Saygınlık olmayan yerde özgürlük yoktur.
Adalet olmayan yerde saygınlık yoktur.
Bağımsızlık olmayan yerde ise tek bir özgür kişi yoktur.
Patrice Lumumba
************************************************************************
Çevresel faktörlerin bir ırkın genetik yapısında yarattığı değişime gözlerini kapayıp, siyahî ırkın Nuh’un üç oğlundan biri olan Ham’ın soyundan geldiği ve köle olmak için yaratıldığı palavrasına inanmak belki emperyalist akıllara çekici gelebilir, ama içlerindeki vicdan ateşi sönmemiş yüreklere kabul ettirilemez.
Kölelik kurumu insanlık tarihi kadar eskidir.
Eski Roma’da, ölmeden az önce, cenazelerinde ağlasınlar diye kölelerini azat eden köle sahiplerinin ölürken bile gösterdiği bencillik, insanoğlunun acımasızlıkta geldiği son noktaydı.
Diğer taraftan bu bencilliğin yarattığı hümanistlik (!) çok sayıda kölenin özgür kalması sonucunu doğurunca buna bir sınırlama getirildi.
Eski dönemlerde köleler ev işleri gibi daha insani işlerde çalıştırılırken, 17.yüzyıldan itibaren emek veriminin düşüklüğü ve teknik imkânların yetersizliği sebebiyle en önemli üretim aracı haline geldiler.
… Ve uygulamalar hiçbir dönemde olmadığı kadar vahşileşti!
Yeni kıtanın keşfi ile beraber Amerika’ya yerleşen sömürgeciler, ilk önce buradaki yerli halkı köleleştirmeye çalıştılar. Kristof Kolomb’un İspanya Kraliçesi’ne Kızılderilileri anlatan mektubunda sarf ettiği şu ifadeler olayı ne kadar hafife aldıklarının ispatıdır:
“Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.”
Ancak Kolomb, nezaketin tebessümünü saflığın gülümsemesi ile karıştırmıştı. Özgürlüklerine tutsak Amerikan yerlilerini köleleştirmek o kadar da kolay değildi. Nitekim istenilen verim elde edilemeyince köle ihtiyacını Batı Afrika’nın kara derili, uysal insanlarından temin etme yoluna gittiler. Bu bölge namlusu aşağıya bakan tabanca şeklindeki kıtanın tetik kısmına denk gelir.
Avrupalılar, bugün 16 ülkenin bulunduğu bu bölgedeki kabile reisleri ve hükümdarlar ile anlaşarak barut ve silah karşılığı onlardan köle aldılar.
Bu köleler, Avrupa’dan silah ve barut getiren gemilerin ambarlarına kaşık dizer gibi dizilip dönüşü olmayan yola çıkarıldılar. Yollarda büyük acılar yaşandı; uykusu gelenler birbirine yaslanarak uyudu, tuvalet ihtiyaçları yerini kaybetmemek uğruna oturdukları yerde giderildi, umutsuzluğa kapılanlar okyanusa atlayıp kayboldular. Ancak bunların hiç önemi yoktu. Zira kızgın güneşin kavurduğu mısır tarlaları bu aç bedenlere hasretti. Bu gemiler; dönüşü olmayan yolun sonuna vardıklarında, az önce insan taşıdıkları ambarlarına, bu sefer Amerika’dan mısır koçanlarını doldurarak Avrupa’ya yelken açtılar ve ring seferlerini tamamladılar. Bu döngü 400 yıl sürdü ve o dönem Batı Afrika nüfusunun %60’ı bu yolla köleleştirildi.
Amerikan İç Savaşı sonrasında köleliğin kaldırılmasıyla özgür kalan ve doğdukları yerlerin özlemini çeken Afrikalıların bir kısmı kıtaya geri dönüp 1847 yılında yeni bir ülke kurdular. Bu ülke, bayrağını ABD bayrağından, anayasasını ABD anayasasından, başkentinin ismini “Amerika Amerikalılarındır.” diyen antiemperyalist ABD başkanı James Monroe’den alan ve isminin anlamı “Liberty – Özgürlük” kelimesinden gelen Liberya Cumhuriyeti’dir.
Kıtanın bağımsız en eski ülkesi olan bu ülke bugün, 4167 gemi ile Panama’dan sonra dünya denizlerinde en fazla bayrak dolaştıran ülkedir. Okyanuslarda kaybolan atalarının anısını bu yolla yaşatanlar, dönüşü olmayan yoldan 400 yıl sonra geri dönmeyi başarmış Afrikalı kölelerin özgür çocuklarıdır.
Alıntı: Taner Erim, 02.04.2018 indigodergisi.com
Ayrıca okuyunuz:
1 – http://kitapveinsan.com/kole-tasiyan-gemilere-tumberio-yani-olu-tasiyicilari-adi-takilmisti/