Kur’an’a ve Geleneğe göre “Nebi” ve “Resul” kavramları

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

Nebî, “değeri Allah tarafından yükseltilmiş kişi” anlamına gelir. Nebi olmak insanın elinde değildir. Allah bu makama getirdiklerine Kitap ve hikmet verir.

En’âm 83 ve devamı ayetlerde Nuh’tan İsa’ya kadar 18 nebinin [İbrahim, İshak, Yakub, Dâvûd, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa, Harun, Nuh, Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut] adı sayılmış, sonra şöyle buyrulmuştur:

“Bunların babalarını, soylarını ve kardeşlerini de seçtik; onlara doğru yolu gösterdik.”

Sayıları 124 bin olarak rivayet edilen nebîlerden her biri, ayette adı geçen 18 nebinin ya babalarından ya kardeşlerinden ya da soylarındandır. Böylece kendine işaret edilmemiş nebi kalmamaktadır. Allah Teâlâ daha sonra şöyle buyurmuştur:

“Seçilenlerin hepsi, kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)

Gelenekte dört ilahi kitabın indiği kabul edilir. Bunlar Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Nebîmize dayandırılan bir rivayette Âdem’e 10 suhuf, Şît’e 50 suhuf, İdris’e 30 suhuf ve İbrahim aleyhimusselama 10 suhuf olmak üzere 100 suhufun indiği de iddia edilir.

Böylece toplam sekiz nebiye kitap verilmiş olur. Hâlbuki yukarıdaki ayetler, bütün nebilere kitap ve hüküm verildiğini açıkça bildirmektedir. Onlara verilen hüküm, diğer ayetlerde hikmet diye ifade edilmiştir. Buradaki hüküm kelimesinin ne anlama geldiğini şu ayet açıklamaktadır.

“İnsanlar tek bir toplumdu. Allah, onlara müjde veren ve uyarılarda bulunan nebiler gönderdi; onlarla birlikte, gerçekleri içeren kitap da indirdi ki ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında o kitap hükmetsin. Kendilerine kitap verilenlerden başkası ayrılığa düşmedi.  Açık belgeler geldikten sonra birbirlerine hâkimiyet kurmak istedikleri için böyle oldu. Sonra anlaşamadıkları konuda, Allah, müminleri, kendi onayıyla doğruya ulaştırdı. Allah, doğruları tercih edeni doğru yola yöneltir.” (Bakara 2/213)

Kitaba göre verilecek hüküm, hikmet olur. Nebinin değerini yükselten şey, Allah’tan vahiy almasıdır. Bir âyet şöyledir:

“De ki “Ben de tıpkı sizin gibi insanım. Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunmaktadır…”.  (Kehf 18/110)

Nebî, çok değerlidir. Allah Teâlâ, son nebisi ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Müminlerin gözünde bu Nebî, kendi canlarından önemlidir;  eşleri de onların anneleridir….” (Ahzâb 33/6)

Gerçekten insanlığa Allah’ın kitabını getiren, tebliğ eden ve uygulayan kişiden değerlisi olamaz. Allah Teâlâ, bu yüce makama getirdiği kişiler dışında hiç kimseye nebi dememiştir; ama resul ve mürsel demiştir.

Nebilik makam, resullük görevdir. Resul veya mürsel elçi anlamındadır. Elçi, kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Elçilere(Resullere); her şeyi ortaya koyan tebliğden başka ne düşer?” (Nahl 16/35)

“Ey Elçi!  (Resul) Rabbinden sana ne indirilmişse onu tebliğ et. Tebliğ etmezsen görevini yapmamış olursun. ” (Maide 5/67)

Allah Teâlâ, Mısır kralının Yusuf aleyhisselama gönderdiği elçiye resul (الرَّسُول),

Belkıs’ın Süleyman aleyhisselama gönderdiği elçilere de mürsel (الْمُرْسَلُونَ) demiştir.

Mısır kralının elçisi ile ilgili âyet şöyledir:

“Elçi (resul) geldiğinde Yusuf şunları söyledi: “Efendine dön de sor bakalım,  ellerini kesen kadınların derdi neymiş?” (Yusuf 12/50)

Bu ayetler, her resulün nebi olmadığını, açıkça göstermektedir.

Ama eski âlimlerin çoğuna göre kendine kitap indirilen ve ayrı bir şeriatı olana resul, bir resulün kitabı ve şeriatı ile amel edene de nebi denir.

Onlara göre İsmail aleyhisselama verilmiş kitap ve şeriat yoktur; öyleyse o, resul değil, nebidir.

Ama şu âyete göre o, hem nebî hem de resuldür:

“Bu Kitap’ta İsmail’i de anlat. O, sözünü tutmuştu;  nebi olan(resul) elçiydi.  (Meryem 19/54)

Allah’ın resulü, onun sözlerine ekleme ya da çıkarma yapamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Muhammed,) Bize karşı bir takım sözler uydursaydı, onu kıskıvrak yakalar, şah damarını koparırdık. İçinizden hiç biri de bunun önüne geçemezdi.”(Hâkka 69/44–47)

Allah, kendi sözlerini bize sadece resulleri aracılığıyla bildirdiği yani resulün sözü Allah’ın sözü olduğu için resulün helal kıldığı Allah’ın helal kıldığı, haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları bu elçiye, bu ümmi  nebiye uyanlardır. O, onlara marufa uymayı emreder, münkeri yasaklar. Temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Isr’larını, üzerlerindeki bağları/yükü kaldırır/söküp atar. Ona güvenen, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar umduklarına kavuşacak olanlardır.” (Araf 7/157)

Nebilik unvandır; onlar 24 saat nebidirler; ama 24 saat resul değillerdir. Ayetleri tebliğ ederken Allah ne indirmişse onu tebliğ eder, bir hata yapmazlar. Ama onlardan hüküm çıkarırken ve uygularken hata edebilirler. Çünkü uygulama, tebliğden farklıdır. Onların hatalarını bildiren ayetlerde resul kelimesi kullanılmaz. Mesela Bedir esirleri ile ilgili olarak şöyle buyrulur:

“Savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirmedikçe hiçbir nebinin esir alma hakkı yoktur. Siz, dünya malını istiyorsunuz. Allah ise sonrasını istiyor. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. (Rumların galip geleceği gün sizi sevindireceğini) Allah önceden yazmasaydı, aldığınız esirlerden dolayı kesinlikle başınıza büyük bir felaket gelirdi. ”(Enfâl 8/67–68)

Bütün bunlardan sonra Allah’ın Resulü’nün nebi sıfatıyla yaptığı davranışların, onun kişisel davranışları olduğu, bu sıfatla onun bir şeyi haram kılamayacağı ortaya çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey Nebi! Allah’ın özel olarak sana helal kıldığını, neden kendine haram kılıyorsun? Eşlerinin gönlünü etmeye çalışıyorsun. Neyse ki Allah bağışlar, ikramı boldur.“ (Tahrim 66/1)

Bu yüzden Kur’an’da nebiye itaati emreden ayet yoktur. Öyle olsa nebi, Allah ile kulları arasına girer, insanları kendine çağırır ve şirk yapılanması meydana gelirdi. Öyleyse itaat nebiye değil, onun resul sıfatıyla tebliğ edip uyguladığı ayetleredir.

Onlar Allah’ın sözleri olduğu için de itaat Allah’a olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bu elçi’ye kim itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)

Nebi ile resul arasındaki bu önemli fark anlaşılamayınca Sünnet iyi anlaşılamamakta, Kitap-Sünnet ilişkisi doğru kurulamamaktadır. Bu yüzden birçok âlim, Muhammed aleyhisselamı Allah’ın yanında ikinci şâri’, yetkili ikinci kişi saymış, dengeleri bozmuştur.

… Vahiy almayan, sadece nebiye inmiş ayetleri tebliğ eden resuller de vardır.  Bu, çok önemli bir husustur. Şu ayetler, onlardan bahseder:

“Nuh’un halkı elçilerini (resullerini) yalancılıkla suçlamıştı”.(Şuara 26/105)”

“Ad halkı da elçilerini (resullerini) yalancı yerine koydu”.(Şuara 26/123)

Nuh’un kavmine nebi resul olarak sadece Nuh aleyhisselam, Ad kavmine de Hud aleyhisselam gönderilmişti. Yalanlanan diğer resuller, o iki nebiye inen ayetleri tebliğ edenlerden başkaları değildir. Rivayete göre şu ayetler de İsa aleyhisselamın Antakya’ya gönderdiği resullerle ilgilidir:

Şu şehir ahalisinin, elçiler geldiğinde yaptıklarını, bir örnek olarak anlat. Onlara iki elçi göndermiştik; yalanladılar. Sonra üçüncüsü ile destekledik; “Biz, size gönderilen elçileriz.” dediler.

Halk dedi ki “Siz de bizim gibi insansınız. Rahman,  bir şey indirmiş değildir; siz yalan söylüyorsunuz.”

 Görevimiz açık bir tebliğden ibarettir.”(Yasin 36/17)

…Nebi olmayan resullerin olması, bir zorunluluktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Biz, her resulü kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlar için her şeyi ortaya koysun.  Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan O’dur. (İbrahim 14/4)

Kuran’ın Arapça olması, Muhammed aleyhisselamın elçi gönderildiği toplumla ilgilidir. Ama onun elçiliği sırf Arap toplumuna değil, tüm insanlığadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bütün insanlara müjde vermen ve onları uyarman için seni elçi olarak gönderdik ama çoğu insan bunu böyle bilmiyor.” (Sebe 34/28)

Bu yüzden farklı diller konuşan insanların Kur’an’ı iyi öğrenerek kendi toplumlarına, onların diliyle tebliğ etmesi çok önemli bir görevdir.

….Bu, bütün nebilerin ümmetlerine yüklediği görevdir. Kur’ân bu görevin, her mümine yüklendiğini bildirmektedir.

“Allah, kendilerine kitap verilenlerden kesin söz aldığında “Bu Kitabı insanlara açık açık anlatacaksınız, asla gizlemeyeceksiniz!” dedi. Verdikleri sözü göz ardı ettiler ve karşılığında geçici  bir bedel aldılar. Aldıkları o şey, ne kötüdür.” (Al-i İmran, 187)

Kur’an’ı tebliğ görevini ihmal edenlerin düşeceği kötü durum şu şekilde açıklanmıştır:

“Bu kitapta açıkça ortaya koyduğumuz halde indirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve ana ayetleri gizleyenleri Allah dışlar;  dışlayacak durumda olan kimseler de dışlarlar. Tevbe eden (hatasından tam olarak dönen), kendini düzelten ve gizlediklerini açıklayanlar başka; onların tevbesini kabul ederim. Tevbeleri kabul eden ve iyiliği bol olan benim”.  (Bakara, 159-160)

Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyen ve karşılığında, tükenip gidecek bir bedel alanlar, karınlarına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları aklamaz. Onların hak ettiği acıklı bir azaptır.” (Bakara, 174)

Kur’ân, doğru bir şekilde her dile tercüme edilmeli ve o dili konuşanlar tarafından tebliğ edilmelidir. Bu işi yapacak kişiler, Muhammed aleyhisselamı kendine örnek almalı ve onun gibi davranmalıdırlar. Ancak o zaman o topluluğun, son nebiye inanma ve getirdiği kitaba uyma zorunluluğu doğar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah nebilerinden kesin söz aldığında şöyle demişti: “Size Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı onaylayan bir elçi (bir kitap) gelirse kesinlikle ona inanacaksınız ve destek vereceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ağır yükü (ısr) yüklendiniz mi?”.  Onlar: “Kabul ettik” demişlerdi. Allah: “Siz buna şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim” demişti. Bundan sonra sözünden dönenler, yoldan çıkmış olurlar.” (Al-i İmran 3/81-82)

…..Muhammed aleyhisselamdan sonra nebi gelmeyecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Muhammed, içinizden her hangi bir erkeğin babası değildir, ama Allah’ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir”.(Ahzab 33/40)

Bundan sonra kim, Allah’tan vahiy aldığını iddia eder veya kendi kitabını, bir şekilde Allah’ın kitabı gibi göstermeye çalışırsa şu ayetin kapsamına girer:

“Uydurdukları bir yalanı Allah’a mal eden veya kendisine bir şey vahiy edilmediği içine bir şey doğmadığı halde “Bana bildirildi” diyen yahut “Allah’ın indirdiği gibisini ben de indireceğim” diye bir söz söyleyen kişinin yaptığından daha büyük yanlışı kim yapabilir? Ölümün bütün etkileri ortaya çıktığında yanlışlar içindeki o kimseleri bir görsen! Melekler ellerini uzatıp şöyle derler: “Çıkarın ruhlarınızı! Bugün alçaltıcı bir ceza ile karşılanacaksınız . Bu ceza, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylemiş olmanıza ve büyüklük taslayarak ayetlerinden uzaklaşmanıza karşılıktır.” (En’am, 93)

Bugün yapılacak tek şey, Kur’an’ı tebliğ konusunda Muhammed aleyhisselamın yoluna girmek ve onu örnek alarak yaşamaktır.

Kaynak: http://www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kurana-ve-gelenege-gore-nebi-ve-resul.html

Ayrıca ek olarak ” Kur’an’da ve gelenekte Allah elçisi – Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu” yazımızı okuyabilirsiniz: http://kitapveinsan.com/kuran-elcisi-said-hatiboglu/