Kibir çok kadim manevi bir hastalık türüdür

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

 

Kibir çok kadim manevi bir hastalık türüdür. Kur’an bu manevi hastalığı iblis’e kadar götürmektedir.  Elçilerin kıssalarında bu kadim hastalık türünü aşağı yukarı bütün kavimlerde görüyoruz.
Allah’ın elçileri kavimlerini vahye yani tevhid akidesine davet ettikleri zaman, müşrikler Allah’ın elçilerini ve vahiy ehli muvahhitleri fakir, gariban ve ayak takımı diyerek küçümsemişlerdir.
Kur’an ehli muvahhitleri kendilerinden daha aşağı bir seviyede gördüklerinden dolayı aynı konuma, aynı davanın adamı olmayı kibirlerine yediremediler.

MESELA,

“Andolsun, Biz Nuh’u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara “Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
Allah’tan başkasına kulluk yapmayın! Ben, size gelecek elem verici bir günün azabından korkuyorum”
Kavminden ileri gelen “mele” (bürokrat, kaymak tabaka) kâfirler dediler ki:
“Ey Nuh! Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz.
Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz” (Hud, 25, 26, 27)

MESELA,

“Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, ilâhlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur. Son dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır. Kur’an aramızda ona mı indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler” (Sâd, 5, 6)

MESELA,

“Ve dediler ki: Bu Kur’an iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi? (Zuhruf, 31)

Yani müşrikler diyorlar ki: Asil, seçkin ve yüce atalarımızdan gelen dini senin ve sana tâbi olan fakir, ayaktakımı, sade ve hiç kimseye sözü geçmeyen basit vatandaşlar için nasıl terk ederiz?
Sizin gibi sıradan insanlar için babalarımızdan ve atalarımızdan gelen dini nasıl terk etmemizi isterseniz?
Yani şimdi koskocaman Diyanet İşleri Başkanlığı ve kelli felli ilahiyatçılar, Emevilerden, Abbasilerden, Selçuklulardan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen resmi atalar ve babalar dinini bırakıp, tarihte sadece birkaç gariban muvahhidin uyduğu dini nasıl kabul etsinler?
Yani Kuran’a baktığımızda istisnasız bütün elçilerin kavimlerinde aynı hastalık türünü görebiliriz.
İşte bu gurur ve kibir hastalığı onları gerçeği kabul etmekten engellemiştir.
İşte size Kuran’dan bir manzara daha:
Aynen Nuh (aleyhisselam)’ın kavmi gibi Mekke müşrikleri de iman eden fakirlerle aynı konuma sahip olmayı kabul etmiyorlardı. Allah Resulü’ne garibanları yanından uzaklaştırmasını teklif ediyorlardı.
Allah’tan gelen cevap şu şekilde tecelli ediyordu:

“Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovmayasın! Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın”

“Aramızdan Allah’ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!” demeleri için onların bir kısmını diğerleriyle işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?

“Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Sizlere selam olsun!
Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine gerekli kıldı. Gerçek şu ki:
Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir”
“Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz”
“De ki: Allah dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi.
De ki: Ben sizin arzularınıza uyumam, aksi halde sapıklığı hak ederim de hidayete erenlerden olmam”
“De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum.
Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz azap benim yanında değildir. Hüküm ancak Allah’ındır.
O, sadece hakkı anlatır ve o doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır”
(En’am, 52, 53, 54, 55, 56, 57)

Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar koskocaman büyük devletler ve imparatorluklar kuran müstekbir atalarının ve babalarının dinini bırakıp bizim gibi dağınık, kimsesiz, gariban,
fakir, sadece saf inancından ve sağlam duruşundan başka hiçbir şeyi bulunmayan muvahhidlerin garip dinini ve inancını kabul ederler mi?
Kendisine hazineden oluk oluk ödenek ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyatçılar içmeye ayranı olmayan garibanların dinine nasıl razı olacaklar? Devletlerin ve imparatorlukların tabiat ve ahlakında doğruyu ve istikameti kabul etmek yoktur. İşte bu yüzden inanç ve amelleri ne kadar absürt ve ahmaklık olursa olsun devlet tarafında olan ilim adamları ve besleme din bezirganları o inanca ve amellere karşı gelmezler.
Yani Diyanet ve ilahiyatçılar hiçbir zaman bu zayıf ve gariban olarak devam edip gelen tevhid damarını tanımayacak ve ilahi vahye iltifat etmeyeceklerdir.
İşte ülkelerin ileri gelenlerinin elçilerin davetini reddetmelerinin ana sebeplerinden birisi bu kibir olmuştur. Bu yüzden Kur’an bu müşrikler için “mele” (kaymak tabaka, aristokrat kesim) “mütref” (ileri gelen bürokratlar) ve “müstekbir” kavramlarını kullanır. Bu konuda şu iki ayeti kerime gerçekten dikkat çekicidir:

“Ey Resül! Seni gördükleri zaman: Bu mu Allah’ın elçi olarak gönderdiği! diyerek hep seni alaya alıyorlar” (Furkan, 41)

Diğer bir ayet-i kerimede şöyledir:

“Onlara: Allah’tan başka ilah yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi. Mecnun bir şair için biz İlâhlarımızı bırakacak mıyız? derlerdi” (Saffat, 35, 36)

Alıntı: Ali Aydın, 05.06.2018