isimler dünyasından kelimeler dünyasına geçiş – Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

İnsanlığın zihinsel gelişim tarihi açısından bakıldığında, Peygamberler içerisinde Hz.İbrahim’in yeni bir gelişim evresini temsil ettiği görülür. Her peygamberin, ken­di kavminin diliyle gönderildiğini söyleyen Kur’an ayetinde kastedilen ‘dil’, konuşu­lan dilin ötesinde, dönemin zihin seviyesi­ne, varlığı kavrama tarzına ve reel ve ideal boyutlarıyla bir anlam dünyasının var olup olmadığına işaret eden geniş bir kullanıma sahiptir.

Buna bağlı olarak, peygamberlerin mesajının, muhataplarının seviyesiyle iliş­kisini düşündüğümüzde, aslında İbrahim’le birlikte insanlığın yeni bir aşamaya yüksel­tildiğini fark ederiz. Aşağıda, Âdem’le (ilk insan nesli) başlayan bu gelişim sürecinin İbrahim’le nasıl bir seviyeye ulaştığının izi sürülecektir.

 

İSİMLER DÜNYASI

Kur’an, insan cinsi için sınırlar belirle­miş, bu cinsin neleri bilip neleri bilemeye­ceğini bir kanuna bağlamış ve bunu, Allah’la insan arasında bir ahit yahut mîsak olarak adlandırmıştır. Allah’ın insan cinsiyle yap­tığı bu ahdin ana konularından biri, insanın salt maddi gerçekliğe gömülüp kalmaması, bu gerçekliğin temsil ettiği soyut anlamlar dünyasına ulaşma başarısını (azm) gösterebilmesidir. Ancak insanın yapısına yerleşik olan potansiyellerin bütünüyle aktüel hale gelmesi, bir süreç içinde olabilmektedir. İnsan cinsinin zihinsel gelişim aşamaları, bir çocuğun zihinsel gelişim aşamaların­dan farklı değildir.

İlk insandan itibaren, in­san zihninin bir tekâmül sürecine girdiği ve nesneleri gerçek anlamıyla kavraması için uzun bir sürecin işlemesi gerektiği anlaşıl­maktadır. 

Aslında somut ve soyut boyutlarıyla âlemi algılama ve kavrama kudretinde olan insanın bu iki yeteneğinin ilk etapta beraber aktüelleşemediği görülür. Gelişim yahut tekamül mantığına uygun olarak, Âdem (insan) fiziki âlemi algılamasını ve ötesini kavramasını mümkün kılacak bir donanıma kavuşturul­muştur. Bu donanıma Kur’an, isimler (el-esmâ) olarak atıfta bulunmaktadır: “Allah Âdem’e (ilk insana) bütün isimleri öğret­ti” (2:31). Ama öyle görünüyor ki, insan Hz. İbrahim’e kadar bu isimlerin sadece fiziki boyutunda kalmıştır.

İsimler, (esmâ) fiziki âlemde yer tutan (yıldız, ay, güneş, vs.) var­lıkların nominal değerleri olarak iş görmüş­tür. Bu evrede, yıldız yıldız, ay da ay olarak kalmıştır. Hz.İbrahim’e kadar insanlığın zih­nine, varlıkların kendilerinde taşıdıkları isim değerleri hâkimolmuş, bu isimlerin görünen yüzlerinin ötesinde taşıdıkları sembolik an­lam kavranamamıştır.

Hz.Âdem kıssasındaki insanın cennetten (metafizik alem, soyut kelimeler dünyası) dünyaya (salt maddi ger­çeklikler dünyası, isimler dünyası) düşüşü, kendisinden beklenen kavrayış seviyesini or­taya koyamadığını gösteren bir anlatımdır.

Bu kavrama zayıflığından dolayıdır ki, Allah’la insan cinsi arasında yapılan ahit, he­nüz fiziki dünyaya adapte olma aşamasında bulunan insanda arzu edilen sonucu verme­miştir. Bunun için kavramsal zekâ gelişimi­nin başlatılacağı İbrahim peygambere kadar beklemek gerekmiştir. Su ayet bu durumun tasvirinden ibarettir:

“Gerçek şu ki Biz daha önce Âdem’e de ahit vermiştik ama o bunu unuttu; ahdimiz konusunda onda bir başarı (azm) göreme­dik” (20:115).

 

KELİMELER DÜNYASI

İnsan potansiyelinin İbrahim’e kadar yanlış aktüelleştirilmesi iki şekilde tezahür etmiştir: İlk olarak varlıklara, somut anlam­larının dışında bir anlam yüklenememiştir. Yıldız sadece yıldız olarak görülmüş, kendi reel gerçekliğinin ötesinde bir Varlığa işa­ret edecek sembolik değeri keşfedilemediği için, insanın öteleri kavrama kudreti perde-lenmiştir. İkinci olarak, bu somut varlıklar anlamlandırılmaya başlanınca da, yanlış an­lamlar yüklenmiştir. Bu kez de yıldız; yıldız olmaktan çıkarılmış, tapılan bir nesneye dö­nüştürülmüştür. Bu ikinci aşama, peygam­berlerin mücadelesinin ana eksenini oluştu­rur.

İbrahim’e kadar, insan-insan ve insan-doğa ilişkisini aşamayan Âdemoğlu, İbrahim’le birlikte kavramsal zekâ gelişi­mini tamamlayarak metafiziği (insan-Allah ilişkisi) kavrayabilecek bir bilinç düzeyine yükselmiştir.

Bu bilinç düzeyi, isimlerin içi­ni kelimelerle doldurmayı, isimleri birer delil olarak kullanabilmeyi ve sonuç ola­rak somut dünyanın ötesine uzanabilmeyi mümkün kılmıştır. Bunu sağlamak üzere İbrahim’e önce kelimeler verilmiş ardından da delilli düşünme tarzını geliştirdiği için de insanlığın derecesi, kendinden önceki döne­me kıyaslandığında, bir üst seviyeye yüksel­tilmiştir. Kur’an’ın meseleyi tasvir tarzına bir göz atalım:

“Bir vakit İbrahim’i Rabbi kelimelerle sınadı. O, onların gereğini yerine getirince, “Ben seni bütün insanlara önder yapaca­ğım” buyurdu. …” (2:124).

“Allah, delillerle İbrahim’in derecesini yükseltti” (6:83).

“Andolsun ki Biz, İbrahim’e daha önce olmayan bir rüşt (ergin bir zihin) verdik”(21:51)

İbrahim’in tarihte yarattığı bu zihinsel devrim ve bilinç düzeyinin kaybedilmemesi ve insanlığın yeniden bir düşüş yaşamaması, için bütün din mensupları, İbrahim’in dinin­de (milleti İbrahim) içerilen ve bozulmamış insan doğasına yaslanan hanifliğin temel ilkelerine bağlanmaya çağırılır. Kendini bil­mezlerden başka hiç kimsenin de İbrahim’in dinine sırt çevirmeyeceği söylenir (2: 130).

İbrahim’e insanlığın gelişim tarihini üst bir evreye tekâmül ettirecek gücün veril­mesi, Kur’an’a göre bir sınamanın ardından gerçekleşmektedir. Âyetin anlatımına göre, İbrahim bazı kelimelerle (kelimât) sınanmış, bu sınamadan başarılı bir şekilde geçtiği için de, kavminin onu sıkıştırdığı sığ bir zihnin ürettiği inkâr ve zulüm kalıplarından (9:72; 22:44) kurtarılarak, kelimelerin hâkim oldu­ğu, evrensel bir dünyanın insanlarına önder yapılmıştır.

İslam bilginleri, Allah’ın İbrahim’i üç şey­le sınadığını yazarlar: Nemrud’un ateşiyle, oğlunu kurban ettiğini gördüğü rüyasıyla ve hiçbir ziraat imkânı bulunmayan çölün or­tasına (Mekke’ye) ailesinin göçüyle. Ancak bu üç sınama unsuru, İbrahim’i böyle bir önderlik testinden geçirme özelliğine sahip değildir. Bütün insanlığa önderlik yapabil­mek, insanlığın zihinsel sorgulamalarına cevap verebilecek ve bütün şüphelerini or­tadan kaldırabilecek bir yeterlilik imtihanı­nı başarmakla mümkün olabilir. O halde, İbrahim’in kelimelerle olan bu imtihanı nasıl anlaşılmalıdır?

İbrahim’le ilgili Kur’an pasajları bir bütün halinde okunduğunda, İbrahim’in sınandığı kelimelerin, insanlığın gelişim aşamaların­dan en ciddi olanına işaret ettiği görülecektir. Bu aşamada İbrahim, metafizik sorgulama­ları yapmasını mümkün kılacak kelimelerle ve bu kelimelerin temsil ettiği anlam dünya­sıyla ilk kez karşı karşıya getirilmiş ve me­tafizik sorgulamaları İbrahim’in (insanlığın) kaldırıp kaldıramayacağına yönelik sınama, başarıyla sonuçlanmıştır.

İbrahim’in tarihte kırılma yaratan (ulu’l-‘azm) Peygamberler (Nuh, Musa, İsa, Mu-hammed (a.s.) (33:7; 48:35) arasında sayıl­masının yegâne sebebi, insanlığa bu me­tafizik sorgulamaların kapısını açmasında yatmaktadır. İbrahim aklın, insafın, vicdanın ve sezgilerin, insanı kaçınılmaz olarak çekip götürdüğü metafizik sorgulamaları başlatan ve Allah’ın varlığına ve birliğine, delile da­yalı olarak ikna olan ilk örnek modeldir (6: 74-87). Babası (vâlid) Terah’ın ve geçmişin bütün akıl dışı inançlarını kendinde topla­yan atası (eb) Azer’in ve de her türlü erdi­rici düşünceyi boğmaya çalışan despotların temsilcisi Nemrud’un dünyasının tam orta­sına İbrahim hanîf olarak gönderilir. Allah’ın İbrahim’le yaptığı bir ahid’e (2:130-140;-68; 16:120-124; 42:13) dayalı olarak kazanılan bu hanîfliğin sağladığı güç ve cesaretle Babil, Urfa, Mısır, Arabistan, Suriye ve Filistin gibi geniş bir coğrafyanın yanlış inanış ve bağlılıklarına saldırır. İbrahim ilk hanîf ola­rak, adı var kendi yok (nominal) bütün tan­rıları ve onların şimdiki ve geçmişteki bütün bağlılıklarını karşısına alır. :

“Taptıkları hiçbir şey değil, bunlar sırf sizin ve atalarınızın uydurduğu içi boş isim­ler …” (53:23).

İbrahim bunu yaparken, delilli bir şekil­de reddetmeyi mümkün kılan bozulmamış insan doğasına yaslanır. İbrahim, kendile­rine bile faydası dokunmayan bu tanrılara sunulan her türlü bağlılığı tahtından indiren bir bilinç devrimi gerçekleştirir ve bu sahte Tanrı’ları, gerçek (Hak) olan Allah’a kurban eder. İbrahim’in gerçekte kurban ettiği, bü­tün bu sahte tanrılar ve bu sahte tanrıları üreten zihin ve bu tanrılara yönelen bağlı­lıklardır. Peki, İbrahim bunu nasıl yapmış­tır?

Bu kelimelerle sınanma, o ana kadar hâkim olan ilkel zihnin aşıldığı ana işaret eder. Bu aşama, insanın o ana kadar anlam arayışını tabiata odaklayışının ve tabiat güç­lerine bağımlılık geliştirerek kendini zelil edişinin sonlandırılmasıdır.

Zillet, Arapça’da güçlü olanın zayıf olanın hâkimiyetine girmesiyle yaşanan bir hal olarak tanımlanır. İbrahim’e kadar insanlığın yaşadığı hali tanımlayan en iyi kelime budur. Zira inanmak isteyen daha doğrusu yana yakıla yaşamını anlamlı kılacak öğelerin peşine düşen insan zihni, İbrahim’e kadar yıldız, ay, güneş gibi doğal güçlere inanmakta, onlara bağlanıp güvenmekte, onlara ibadet etmekte ve onlara kurbanlar kesmekteydi.

İnanmak, bağlanmak, güvenmek, ibadet etmek gibi kelimelerin yönlendirildiği bu yanlış adresler, ilk kez İbrahim’le birlikte Gerçek (Hak) olana çevrilmiş ve kelimelerin doğa ötesi bir güce, Allah’a ulaşmasına imkân verilmiştir.

Tabiatın bünyesine sindirilen cin, peri, şeytan, hayalet gibi insana hükmettiği sanılan varlıklar yerlerinden sürülmüş, astrolojik güçler üzerinden kurulan bağlantılar çökertilmiştir. İlginç bir şekilde Aydınlanma Dönemi’nde tabiat mitolojik unsurlardan soyundurma çabasının ilk adımı olarak gösterilecek şekilde, İbrahim eliyle, insanın tabiatı gerçek kimliğiyle görmesine zemin hazırlayan bir temizlik hareketi yapılmıştır.

Tabiatın dışında bir kudret olarak Allah’ı keşfeden bu metafiziksel zihin, ilk kez sonsuzluk fikrini keşfederek, evrende kendi yerini görme imkânına da kavuşmuştur. Hülasa İbrahim kelimelerle bütün varlık halkalarını yeniden adlandırıp konumlandırmış, her varlığı ait olduğu yere oturtan bir harekâtı başarıyla tamamlamıştır.

Unutulmamalıdır ki, İbrahim, insanın bozulmamış zihnini ve fıtratını temsil eder. İbrahim’in yaşamındaki her evre ve sorgula­ma, farklı şüpheleriyle, ikna olma ihtiyacıyla ve sorgulamalarıyla bir insan zihnini temsil etmektedir. O halde, İbrahim’in başardığı şey, rüşt sahibi olan (21:51) ve sağduyuya dayanan bir insanın başarması beklenen şeydir. Kur’an, İbrahim üzerinden şu nokta­larda yaratılan kırılmalara dikkatimizi çek­mektedir:

– Her türlü sır ve gizemi yapısından sö­küp atarak, tabiatı gerçek kimliğine ka­vuşturmuştur. İnsanın korkularına kaynak gösterilerek insana yabancılaştırılan tabiatı, yaratanına referansla ümit kaynağına dö­nüştürmüştür. İnsan korkularının kaynağı durumundaki gök gürültüsünün bile aslında Allah’a hamd ettiğini beyan ederek (13:13), tabiat algısında bir kırılma yaratmıştır.

İnsanı gerçek kimliğine kavuşturmuş, onu tabiatın gizemli güçlerine bağımlılık ko­numundan kurtararak Allah’ın yaratma pla­nındaki onurlu konuma yüceltmiştir.

İnsan zihninin tabiatın ötesine geçme gücünü keşfederek, insana metafizik dün­yanın kapılarını aralamıştır. Allah, kendini arama sürecinde akıl yürütmeyi İbrahim’e yaptırarak, aklı Allah’ın yeryüzündeki tera­zisi olarak yüceltmiş, bu teraziye konacak değeri olmayan ilahları birer kuruntu olarak reddetmiştir.

İnsana, Allah’ın tabiatın içinde değil de ötesinde aranması gerektiğini öğretmiş, O’nu insanın beş duyusunun doğrudan keşif alanının dışına çıkararak, iman, güven, bağ­lanma gibi soyut kelimelerin nesnesi haline getirmiştir.

İbrahim, kan bağıyla bağlandığı kavmi­nin sığ düşünce yapısını kelimelerle söküme uğratmış, bunun yerine, düşünce bağıyla birbirine bağlanan büyük insanlık ailesinin temellerini atmıştır. 

İbrahim’e ve milletine selam olsun!

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, 17.09.2011 – Tamamı için: http://denetde.org.tr/makaleler/ibrahim_gercekte_neyi_kurban_etti-13.html