Tasavvuf erbabının, “bunu ancak yaşayanlar anlar” tezi tamamen manipülasyondur

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

 

Överken yerlere, göklere sığdıramadıkları Rabbanî’nin “Mektubat-ı Kudsiyesi”nde, bir şeyhin söylediği “mürit kâfir olmadıkça, kardeşinin başını kesmedikçe, annesiyle evlenmedikçe (yatağını paylaşmadıkça) Müslüman olamaz” sözünü bin bir susuz dereden su getirerek, izah etmeye, şeyhi aklamaya çalışır. Asla şeyh efendi, halt etmiş, mandanın göle bıraktığı gibi, bırakmış diyememekte. O diyemediği gibi, onu ehl-i sünnetin devasa âlimi olarak takdim eden ehl-i sünnetçiler de, onu eleştiremez, “bizim bilmediğimiz bir sır, bir hikmeti vardır, şeyhin hikmetinden sual olunmaz” derler.

Bu kimseler, İbnül-Arabi’yi red ve inkâr edenlerin “rüsum uleması, fıkıh bilginleri” olduğunu, çok doğal olarak bu gibi kimselerin İbnü’l-Arabi’yi anlayamayacaklarını ileri sürerler. Zira onların farklı ıstılahları, ayrı lisanları varmış. Tasavvuf terminolojisini bilmeyenlerin tasavvuf bahsinde söz ve salahiyet sahibi olmalarına imkân yokmuş! “Bu ilim ve hikmetleri anlamayanlar kendi istidatlarına kusur bulmalıdır.”

Celaleddin Rumî, “biz Kur’ân’ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, posasını köpeklerin önüne attık” derken, “bizi herkes anlamaz” diyordu.

Said-i Nursi’ye göre de Risale-i Nur’a itiraz edilemez, çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalelere “Kutb-u Azam”dan itiraz gelse yine de dikkate alınmamalı! Çünkü Kutb-u Azam(!) yanılabilir, ama Said-i Nursi yanılmaz!

Şüphesiz Mevlana, İbnü’l-Arabî, Said Nursî kendi epistemolojileri bağlamında gayet haklıdırlar. Bu iddialar tasavvufun temel amentülerine gayet uygundur. Birileri, yazdığı şiirlerinin, risalelerinin, tevillerinin Allah tarafından kendisine vahyedildiğine, doğrudan Allah’tan geldiğine inanmışsa, kendileri bu işte yalnızca mütercim rolünde iseler, bunlara itiraz edilmesi söz konusu olamaz. Mütercimin bu işte bir kabahati olamayacağına göre, anlayamayanlar kabahati kendi noksan akıllarında aramalıdırlar!

Tasavvuf erbabının, “bunu ancak yaşayanlar anlar” tezleri tamamen bir manipülasyondur. Zira, eğer ki, bir sözü anlamak için mutlaka o sözün ait olduğu yaşam tarzını tecrübe etmek gerekli olsaydı, hiç bir müşrik Müslüman olmazdan evvel vahyi anlamamış ve de anlayamaz olması gerekirdi! Halbuki her bir müşrik, anladığı için Müslüman olur yahut da yine anladığı için Müslüman olmaz!

En azından vahiy, ilkesel olarak “anlaşılır” niteliktedir. Ve anlaşılsın diye vahiy inzal edilir. Eğer vahiy anlaşılabiliyor da, kendilerine vahiy benzeri, ilham türü bir kutsal bilgi ile kitap yazanların felsefeleri anlaşılmıyorsa bu durum, anlamayanlarla ilgili bir sorun olmaktan ziyade, ilgili felsefelerin doğasıyla alakalıdır. Kısacası, bu felsefeler bir çelişkiler yumağı, hurafeler bütünü ve herhangi bir realiteye dayanmayan, abuk-sabuk söylemler olduğu için anlaşılmazdırlar.

Saadettin Merdin, 2013http://www.saadettinmerdin.com/genel/109-imam-rabbani-vahdet-i-suhud.html

Bir cevap yazın