“biraz O’ndan biraz başkasından istenmez.”

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

 

Allah’tan istermiş gibi gaipteki bir insandan imdat dilenemeyeceğini açıkça gösteren pek çok delil vardır:

Önce Allah (cc) kulunun böyle sapmalara eğilimli olduğunu bildiği için ona Fatiha Suresi ile günde en az on yedi defa, ‘Allah’ım sadece senden yardım isteyeceğiz’ dedirtir. Bunu her gün tekrarlayan bir müminin cılız yorumlarla böyle bir sapma göstermesi çok ilginçtir.

Ondan fazla ayette, ‘Allah’ı bırakıp yalvardıklarınızın size hiçbir faydası olmaz’ diye vurgulanır.

Yine Kuranıkerim’de ihlâstan ve şirkten söz edilen pek çok yerde ‘muhlisîne lehü’d-din’ ve ‘vahdehü la-şerike leh’ ifadeleri geçer. Bu ifadeler çok anlamlıdır.

Birincisi, şirkten korunmak için dini sadece O’na has kılmak gerekir yani manevi güçle alakalı ne varsa hepsi Allah’a aittir. O’na ait olan bu özellikleri başka hiçbir şeyde görmeden ve bunları sadece O’na has bilmeden şirkten arındırılmış bir iman olmaz.

Diğeri ise, O mabud ve rab olmaya ait her hususta tek başınadır, hiçbir ortağı yoktur.

Yani biraz O’ndan biraz başkasından istenmez.

Şu ayeti kerime bunu anlatır:

‘Allah tek olarak anıldığı zaman ahirete iman etmeyenlerin kalplerinde nefret oluşur. Ama O‘nun dışındakiler anılsa hemen yüzleri güler (Zümer, 45).

Yani Allah var, ama filanca da var denmesini isterler. Oysa ilah olmaya ait her ne özellik varsa hepsi O’nundur.

Resulüllah’ın da (sa) bunu teyit eden pek çok hadisi şerifleri vardır, mesela:

Tevessülü anlatırken verdiğimiz şu hadisi tekrar hatırlayalım: Abdullah bin Abbas diyordu ki, ‘Resulüllah bana şöyle söyledi: Allah’ın hukukunu koru ki, Allah da seni korusun. Yardım dilediğinde sadece O’ndan dile’ (Tirmizî).

Kendisiyle istiğase edenlere Resulüllah şöyle buyurdu:

‘Benimle istiğase edilmez, istiğase sadece Allah ile yapılır’.

Yani gavs sadece O’dur.

Sufi Müfessir Alûsî de bu hadisi zikrettiği Maide 35. Ayet’in tefsirinde der ki:

‘Bazıları bu ayette geçen ‘Allah’a vesile arayın’ sözünden salih kullarla istiğase etmenin meşru olacağını sanır ve bunu da ayetteki vesile gibi görürler. Ölen ya da uzakta olan salih bir insandan, ‘ey fülan, bana şunu ver, ya da sen Allah’ın bana bunu vermesi için dua et’ demeyi caiz sanırlar. Onlar bu konuda şöyle bir hadis de rivayet ederler: ‘başa çıkamadığınız işlerde kabir ehlinden istiğase edin/imdat dileyin’. Oysa bunların hepsi hakikatten fersah fersah uzak şeylerdir’ (Alûsi). Hadis diye nakledilen bu söz için hadisçiler; yalandır, Resulüllah’a iftiradır hükmünü vermişlerdir.

Resulüllah (sa) bir üzüntü ve keder hissettiğinde ‘ey Hay ve Kayyûm olan Allah’ım, sırf senin rahmetinle istiğase ediyorum (bi-rahmetike esteğîs)’ derlerdi (Hâkim).

Şimdi önemli soru şudur: Bir kulla istiğasenin caiz olamayacağını gösteren bunca ayeti kerimeler ve sahih hadisler varken bazı sufiler bu çürükten de çürük delillere, daha doğrusu delilsizliklere neden ihtiyaç duyarlar? Bununla neyi amaçlarlar? Tasavvuf bu mudur ki, bunları ispat edebilirlerse kendilerini tasavvufu korumuş sayacaklar? Ucu şirke varan böyle tehlikeli bir kabulden sırf bir ihtimal bile olsa kaçınmak daha ihtiyatlı olan değil midir?

Şu soruyu da soralım: Resulüllah’ı en iyi anlayan ashabının hayatında bunun tek bir örneği var mıdır?

Zahir ilimlerdeki İslam alimlerinden bunun caiz olduğunu söyleyen birisi var mıdır? Hatta Kitap ve Sünnet çizgisindeki ilk sufilerden böyle bir şey nakledilmiş midir?

Tasavvufun önderlerinden olan ve İbn Teymiye’nin bile saygı duyduğu Abdülkadir Geylanî ne diyordu?

‘Kim Allah’tan başkasından isterse Allah’ı tanımadaki cehaletinden istemiş olur’. (Fütûhu’l-ğayb, 43. Makale).

Ne yazık ki, buna en çok alet edilen de Geylanî’dir.

Hanefilerin fıkıh kitaplarında şöyle fetvalar vardır:

‘Kim meşayihin ruhları bizimledir, duyarlar derse küfre düşer… Kim ölmüş birisi bazı işlerde tasarrufta bulunabilir diye inanırsa küfre düşer… Kim Allah’ı ve Resulüllah’ı şahit tutarak nikâh kıyarsa nikâh geçerli olmadığı gibi bunu yapan Resulüllah’ın gaybı bileceği itikadına sahip olduğu için, küfre düşer’ (el-Bahr er-Râik, Kenzü’d-dekaik, Bezzaziye).

O halde böyle temelsiz ve tehlikeli bir şeye kimler neden ihtiyaç duyarlar?

Bu sorunun cevabı için akla gelenler şunlardır:

Bu insanlar cahillikleri sebebiyle değer verdikleri kimseleri yüceltip takdis ederler. Onların bazı şeyleri bilememelerini, imdat isteyenin imdadına koşamamalarını onlar için acizlik ve eksiklik sanırlar. Böyle kabul edilmemesi durumunda tasavvufun gözden düşeceğini zannederler.

Oysa tasavvuf bu değildir.

Bazı sahte şeyhler de sırf kendilerini yüceltmek için böyle sözleri yayarlar.

Alıntı: Prof. Dr. Faruk BEŞER, 03.01.2021