İslam’ı şekle indirgiyor, siyasî kimliğe dönüştürüyoruz. Şekle sarıldıkça, öz’ü geçiştiriyoruz.
Kimliğe sığındıkça, içeriği taşıyamaz oluyoruz.
Oysa İslam kişilik inşa eder. Kişiliğe değil kimliğe yaslandıkça da, yargılayan ve ötekileştiren “fıkıh terminatörleri”ne dönüyoruz.
Özünde “akıl yürütmek” “muhakeme etmek” olan fıkıh, donuk şekilsel kuralların tekrarına dönüşüyor. “Fıkıh âlimi” olarak nam salan “hocalar”ımız, “şimdi burada” olamıyor.
Şimdi burada olanları insan gözüyle göremiyor, vicdanıyla tartamıyor; cansız kurallar üzerinden mahkum ediyor.
Ailesinin bağlı olduğu cemaat hocasının, görünüşte intihar ederek vefat etmiş sınıf arkadaşı için “Cehennemliktir!” diye kestirip atmasıyla, aylardır ağlayan, Allah’a küsen genç kızı yatıştırdığım günü hatırlıyorum. Hocamız “intihar etmek” üzerinde bir kaç dakika düşünmüş müdür?
İntihar diye bildiğimiz yöntemle ölen herkes, gerçekten kendi canına kıymak gibi bir küstahlık içinde midir yoksa intihar dediğimiz olay da ağır bir hastalığın, çekilmez bir acının kaçınılmaz belirtisi midir?
Psikolojiyi ilahiyattan uzaklaştırınca, Kur’ân’ın insanı insana anlatan ayetlerini geçiştirince, dini sırf muamelat ayetlerinde belirtilenlerin magazinleştirilmiş detaylarıyla boğunca, kolayca etiketleyen hızlıca ötekileştiren makinalı tüfek gibi toptan tarayan hocalar çıkıyor.
Asıp kesen ilahiyatçı kardeşlerimiz, onu bunu cehenneme yollamakta acele eden sözüm ona “hocalar” psikolojinin emektarı R. D. Laing’in sadece şu cümlesini hatırlasalar yeter:
“Başkasının sadece davranışını görürüz; [onu o davranışa getiren] hikâyesini göremeyiz.”
Senai DEMİRCİ, 27.07.2021