Son Nebi’ye risalet görevinin verildiği dönemde, Ehl-i Kitap tarafından, Son Nebi’nin İsmailoğulları arasından çıkacağını bilen ve bu bilgiyi paylaşan samimi kişilerin olmaması pek mümkün değildir. Bu paylaşım neticesinde, Mekkelilerin kendi soylarından bir nebinin geleceği haberlerini duymuş olmaları akla gelir. Nitekim şu ayetler Mekkelilerin, kendi soylarından bir nebi geleceğini bildiklerini, hatta bu konuda bir beklenti içerisinde olduklarına işaret edebilir:
“İşte bu, indirdiğimiz bereketli Kitaptır. Ona uyun ve kendinizi koruyun ki ikram göresiniz. Yoksa kalkar, ‘Kitap bizden önceki iki topluluğa indirilmişti. Biz onların okuduklarından habersiz kaldık.’ diyebilirdiniz. Ya da “Eğer o Kitap bize indirilmiş olsaydı ona onlardan daha iyi uyardık” diyebilirdiniz. İşte size Rabbinizden açık bir belge, bir rehber ve bir ikram geldi. Bundan sonra Allah’ın ayetleri karşısında yalana sarılan ve onlardan yüz çevirenden daha kötü kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerine karşılık azabın kötüsü ile cezalandıracağız.” (En’âm 6/155-157)
Ayette geçen “iki topluluk” ile kastedilen, Yahudi ve Hıristiyanlar olmalıdır. Müfessirler de aynı şeyi söylerler. Bu durumda ayette sözü edilen şeyleri Mekkelilerin söylediği anlaşılmaktadır.
İbn Kesîr, yukarıdaki ayetleri ele alırken konuyla ilgili şu ayete de atıfta bulunur:
“Kendilerine bir uyarıcı gelirse herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı gelince, bu, onların sadece tepkilerini arttırdı.” (Fâtır 35/42)
Ayette yemin edenlerin Mekkeliler olduğu söylenmektedir. Nitekim İbn Kesir ayette Allah Teâlâ’nın, Muhammed (s.a.v)’in kendilerine elçi olarak gönderilmeden önce Kureyş’in ve Arapların böyle yemin ettiklerini bildirdiğini söyler. En’âm suresinin 155 vd. ayetleri bağlamında Fâtır suresinin 42. ayetine atıfta bulunan İbn Kesir, aynı şekilde bu ayetleri ele aldığı yerde de En’âm suresinin ilgili ayetlerine atıfta bulunur. O ayrıca bu ayet bağlamında Saffât suresinin 167 ilâ 170. ayetlerine de atıfta bulunur. Beklenildiği üzere Saffât suresinin ilgili ayetlerini ele aldığı yerde de hem En’âm suresinin hem de Fâtır suresinin ilgili ayetlerine atıfta bulunur. Pek çok müfessir, Fâtır suresinin 42. ayetiyle ilgili olarak Ehl-i Kitabın, kendilerine gönderilen resulleri yalanladıklarını öğrenen Kureyş’in “Allah Yahudi ve Hıristiyanlara lanet etsin, bize bir resul gönderilseydi herhangi bir kavimden daha çok doğru olurduk.” dediklerini rivayet ederler. Şirbînî, Rasûlullah’a nübüvvet verilmeden önceki durumu tasvir ederken, Ehl-i Kitabın bir nebi beklentisi içinde olduğunu söyledikten sonra müşriklerin de benzer beklentisini Fâtır suresinin 42. ayetiyle ortaya koymaya çalışır.
Gerek İbn Kesir’in, gerek diğer bazı müfessirlerin Fâtır ve En’âm surelerinin ayetleriyle birlikte atıfta bulunduğu Saffât suresinin 167 ilâ 170. ayetleri konuyla ilgili gözükmektedir. Ayetler şöyledir:
“Öncekiler gibi bize de bir Zikir verilseydi mutlaka Allah’ın ihlaslı kulları olurduk! diyorlardı. Ama görmezden geldiler. Yakında öğrenecekler.” (Sâffât 37/167 vd.)
Taberî, yukarıdaki ayetlerin Kureyş müşrikleriyle ilgili olduğuna ve Muhammed (s.a.v.)’e gönderilmeden önce onların böyle dediklerine dair rivayetleri nakleder. Yukarıdaki ayetlerle ilgili olarak bu rivayetler diğer başka müfessirler tarafından da paylaşılmaktadır.
Zuhruf suresinin 31. ayeti de Mekkelilerin bir nebi beklentisine işaret etmektedir. Ayet şöyledir:
“Bu Kur’ân şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” (Zuhruf 43/31)
Kur’an’ın inişine değil de Muhammed (s.a.v.)’e inmesine şaşırmaları ve itiraz etmeleri bir beklenti içinde olmalarını gösterebilir. Müfessirler ayette sözü edilen iki şehirden birinin Mekke, diğerinin Taif olduğunu söylerler. Ayet Mekkî olduğundan ve ayetin öncesinde Mekke halkından bahsedilmesinden hareketle, iki şehirden birinin Mekke olduğu kesindir. Bizim için önemli olan da budur. Çünkü bu, Mekkelilerin bu yönde bir beklentisi olduğuna işaret eder. Kuss bin Saîde’nin, Ukaz Panayırı’nda okuduğu söylenen şiirin şu kısmı da konumuz açısından dikkat çekicidir:
“… Allah’ın gelecek bir peygamberi vardır ki onun gelmesi yakındır. Gölgesi başımızın üstüne düştü. Ne mutlu o kimseye ki, o inanacak, o da onu doğru yola yöneltecektir…”
Daha geniş bilgi için bkz: Fatih Orum, Tasdik Tebyin ve Nesih, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 77 vd.
Alıntı: http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/mekke-musrikleri-bir-peygamber-bekliyorlar-miydi.html