İnsan karmaşık bir varlıktır; ütopisttir, siyasaldır, bağlanır, isyan eder, yaratıcıdır, hayvansal güdüleri vardır, saldırgandır vs. Bu özelliklerini öne çıkararak, bazen yukarıya doğru sıçrar, bazen aşağılara (esfele safilin) sürüklenir.
Bu zeminde aydınlanma ve onun oluşturduğu uygarlık, insanın en yüce hedefi olan düşünme ve araştırma zemininde gerçekleşir. Bizim yerimize başkaları düşünüyorsa hakikat arayışını da gücü de yitiririz. Oysa varlığı anlama (bilim) ve anlamlandırma (felsefe) peşinde olan insan; edebiyatıyla, musikisiyle, mimarisiyle bütünleşen bir “şar” inşa eder. İşte inanç, bu noktada, ya uygarlığın öznesi olur ya da ilkelliğin veya yok etmenin aracı haline gelir.
“Şar” kent demektir. …Kalp bir şehirdir; bu şehrin bir yüzü öteye, bir yüzü maddi olana (dünyaya) bakar. O halde önce kalp (o kalbi taşıyan) kendini yapılandırmalıdır ki çevresine nüfuz etsin.
İyiye, güzele, yükselişe tutkusu olmayanın, bir medeniyet tasavvuru olamaz. Zaman dilimlerini ve indi görüşleri kutsamayı inanç addedenler, uygarlıklarını oluşturamazlar.
Özakpınar’ın “Doğuda yekpare uygarlık yoktur” sözünü, yüzümüzü kendi kültürel kodlarımıza çevirmek olarak da okuyabiliriz. Zira gönüllerin inşirahı, ezberlerin tekrarında veya Arap siyasetinin tarih boyunca yaşadığı problemler dolayısıyla ortaya koyduğu ekollerde değildir.
Dünyevileşen İslam, Arap tarihinin tasallutu altındadır. Yüzyıllardır, aslını yitirmiş dinleri uğruna gönülleri ve şehirleri sürekli tırpanlayanlarla, insanlığı sömüren vahşi kapitalizmin arasında ne fark var?
Toprağı ve onun üzerindeki her canlıyı yok etmek için araçlar yapan canavarların değirmenlerine su taşıyanlara bakın; kimler?
Diyor ya Ziya Paşa: “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm/ Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm.”
Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye vb. ülkelerin “şarları” dünyanın hafızasına kazındı. Birbirlerinin Müslümanlığını beğenmeyenler (cami ekolleri, okullar, mezhepler) birbirlerini emperyalist ülkelerin ellerine tutuşturduğu füzelerle/silahlarla vuruyor. Acıdan kavrulmuş kalpler ile yakıp yıkılan tarihi şehirlerin feryadı hep aynı yerlerden yükseliyor; ne kalpler mutmain ne şehirler huzurlu.
Görüntüdeki İslam’ın asıl sorunu temsil sorunudur. Son iki yüz yıla damgasını vuran, uluslararası arenada fikirleri tartışılan Müslüman düşünür veya bilim adamı yok. Sadece fikri alanda mı? İslam, Müslüman ve selam aynı kökten gelen kelimeler.
Selam; kurtarmak, esenlik vermek, barış demektir.
Selam verenin mesajı şudur: Benden sana zarar gelmez; canın, aklın, malın, namusun, inancın selamettedir.
Gelin görün ki tarih boyunca Müslüman Müslüman’dan emin olamadı. Konuşanlar sindirildi, farklı bakış ortaya koyanlar tekfir edildi. Ana akım, Ehlisünnet, Sünnilik gibi kavramlara sığınanların ve kendi anlayışlarını dayatanların egemenlikleri korundu.
Ezcümle, Müslümanlık krizde…
Alıntı: Ayşe SUCU
Ayrıca okuyunuz:
1 – https://kitapveinsan.com/temsil-tebligden-once-gelir-mohamed-ali-rashwan-ornegi/
2 – https://kitapveinsan.com/temsil-tebligden-once-gelir-n-ali-khan/