Başımıza gelenlerin suçlusu Allah mı? (Kader-İrade konusuna dair ayrıntılı bir yazı)

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

BAŞIMIZA GELENLERİN SUÇLUSU ALLAH MI?

Müslümanlar, Uhud savaşında ağır bir yenilgi aldıkları zaman, onlardan hiç kimse şunu söylemedi:

“Bu yenilgi, ezelde yazılmış değişmez bir kaderdir.”

Aksine yenilginin sebeplerini araştırdılar.

“Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? De ki: “O (musibet), kendinizdendir.” Şüphesiz Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Al-i İmran 3/165)

Allah’ın onlara cevabı; kendi görevlerini ihmal ettikleri ve kazanmanın şartlarını yerine getirmedikleri için yenilgi geldiği yönünde oldu.

De ki: “O (musibet), kendinizdendir.” Şüphesiz Allah her şeye bir ölçü koyar.”

Bugün, Müslümanlardan kimse, zayıflığımız, ezilmişliğimiz ve kötü durumumuzun sebeplerini sorgulamıyor. Onlar, daima en iyisini yaptıklarını zannediyorlar.

Ancak ezelde yazılmış kaderlerini değiştiremeyeceklerini bahane ediyorlar.

Geçtiğimiz Hac mevsiminde, hacıların üzerine bir vinç düştü ve en az 111 kişi hayatını kaybetti.

Bu olay üzerine bazı hocalar çıkıp “Vinç Allah’a secde etmek için düştü” dediler.

Orada bazı hacıların ölmesi de Allah’ın geri çevrilemez kaderi olarak lanse edildi.

Aynı Hac mevsimi içerisinde, Mina’da meydana gelen bir itişme sonucunda en az 1000 insan hayatını kaybetti. Bu olay üzerine de hemen bazı hocalar çıktı ve “bu ezelde yazılmış bir kaderdir, bu kader karşısında yapacak bir şey yok” dediler.

Suriye’de de 7 yıldan beri insanlar birbirinin boğazını kesiyorlar. Bu güne kadar en az 700.000 (yedi yüz bin) insan katledildi. Milyonlarca insan da evlerinden göç ettiler. Bazı Suriyeli hocalar çıktılar ve “bu katliamlar ve göçler Allah’ın ezelde yazdığı bir kaderdir. Kaçmak veya karşı koymak imkânsız” dediler.

Bugün, başımıza gelen musibetlerin tek sorumlusu Allah olarak görülüyor.

Bizim hiçbir irademiz yok. Allah yapacaklarımızı seçme imkânı ve düşünebileceğimiz bir akıl vermedi.

Savaşta ağır bir yenilgi alınca, tek sebep Allah’ın iradesi…

Bir mühendis işini ihmal edip, vinç insanların başına düşüp onları öldürdüğünde tek sebep ezelde yazılmış olan Allah’ın iradesi!

İtişmenin, haccın gereklerinden birisi olmadığını anlamayan kişiye bir günah yok, bunun tek sebebi de Allah’ın kaderi!

Bu mantıkta, ceza ve ödülün ne anlamı kaldı?

Cennet ve Cehennem’in ne anlamı kaldı? Bu mantığa göre hayat sadece bir tiyatrodan ibaret…

Allah senaryoyu ezelde yazmış.

Bizim yaptığımız tek şey, ne yazılmışsa ona göre rolümüzü oynamak.

Akıl ve mantık, böyle bir düşünceyi asla ve asla kabul edemez.

Bugün en büyük sorun,

Müslümanların çoğu düşünmüyorlar,

akıllarını kullanmıyorlar,

yaptıkları işlerin mantığını anlamıyorlar.

Daha doğrusu bugün Müslümanlar düşünmekten korkuyorlar.

Allah fesadı sevmez. Ancak insanlar bugün dünyayı fesatla doldurdular. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi:

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rum 30/41)

Bugün yeryüzünde gördüğümüz bu fesat, insanların Allah’ın kanunlarından uzaklaşmasının bir sonucundan başka bir şey değil. Allah kullarına haksızlık etmez ve onlar için kötülük istemez.

“Size ne musibet isabet ederse, bu ancak ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. Allah çoğunu da affeder.” (Şura 42/30)

Peki, bizler bugün, Allah’ın ilmi ve kader konusunu nasıl anlamalıyız?

Mevcut şeyler hususunda Allah’ın ilmi kusursuz ve mutlaktır.

“Rabbim, ilmiyle her mevcudu kuşatmıştır. Hatırlamayacak mısınız?” (En’am 6/80)

Ancak Allah’ın ilmi insanın yapacağı seçimlerin doğuracağı ihtimalleri kapsar.

“Allah gizlediklerinizi de açığa vurduklarınız da bilir.” (Neml 27/25)

Bu ayete göre, Allah, insanların tüm amellerindeki seçimlerinde ortaya çıkacak bütün ihtimalleri bilmektedir. Hiç kimsenin, Allah’ın bildiği bu ihtimaller dışında bir şey yapmaları mümkün değildir.

Örneğin, önümde iki ihtimal var; iman etmek veya inkâr etmek. Allah bu iki ihtimalden bir tanesini seçeceğini bilir. Her iki ihtimalin sonucunu da bilir. Bu Allah’ın mükemmel ilmidir.

Eğer Allah, iki ihtimalden sadece bir tanesini biliyorsa,

ya iman ya da inkâr,

o halde Allah’ın bilgisi sınırlı ve eksiktir.

“Biz insanı karmaşık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edebilmek için gördüğünü ve duyduğu yorumlama yeteneği verdik. Biz ona doğru yolu gösterdik; YA ŞÜKREDER YA NANKÖRLÜK EDER.” (İnsan 76/2-3).

Allah, insanı imtihan için yaratmış ve onu sorumlu kılabilmek için duyduğunu ve gördüğünü yorumlama yeteneği ve gönüller vermiştir. Ve insanın önüne tüm ihtimalleri serdi, ya şükreder ya nankörlük eder. İnsan bu ihtimallerden bir tanesini seçtiği zaman, Allah bunu hemen yazıya geçer. Kıyamet günü, hesap verme, bu kayıtlara göre olacaktır.

“İşte bu size (amelleriniz hususunda) hakikatleri söyleyen kitabımızdır. Biz yaptıklarınızı kayda geçiyorduk.”(Casiye 45/29)

Vinçle görevli mühendisin önünde iki seçenek vardır. Ya işini düzgün bir şekilde yapar, ya da işini ihmal eder. Vincin insanların başına düşmesi, bu işte bir ihmal olduğunu gösteriyor. Bu mühendis, Allah’ın huzurunda bunun hesabını verecek.

Mina’daki hacıların önünde de iki seçenek vardı. Ya itişecekler ya da itişmeyecekler. Buna binaen, bu hacılar da Allah’ın huzurunda hesap verecekler.

Tevbe Suresi’nin 51. Ayetinden bahsetmek istiyorum. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“De ki; Allah (yaptıklarımıza göre) bizim için ne topladıysa (ketebe), başımıza o gelir. Allah bizim Mevlamızdır (biz ona itaat ederiz, o da bize yardım edendir) Mü’minlerin Allah’a tevekkül etmeleri gerekir.” (Tevbe 9/51)

Sorunun temelinde “ketebe” fiilinin yanlış anlaşılması yatmaktadır.  

Arapçada “ketebe” fiilinin manası, düzgün bir anlam meydana getirmek için bazı şeyleri bir araya getirmektir.

Örneğin, “askerler bir araya toplandı “(ketibe)”, cümlesinde “ketibe” kelimesi askerlerin düzgün bir şekilde bir araya geldiklerini ifade ediyor.

Örneğin, “Kitabu’r riyah” Rüzgür kitabı diyoruz, yani rüzgârı meydana getiren unsurların bir araya toplanması anlamına geliyor.

Başımıza gelen her musibet, bir araya gelmiş sebeplere sahiptir, bira araya gelmiş bu sebeplere “kitap” denir.

Hastalığı meydana getiren sebepler bir araya gelince, insan hasta olur.

Fakirliği meydana getiren sebepler bir araya gelince, kişi fakir olur, vesaire.

Vincin düşmesini sağlayacak sebepler bir araya gelirse, vinç düşer. Bu sebepler, mühendisin ihmali ve şiddetli rüzgârdır. Böylece vinç düştü.

Suriye’de katliam ve göçlerin meydana gelmesini sağlayan sebepler bir araya gelirse, katliam ve göçler olur.

Bir hastalığın iyileşmesi için gerekli sebepler bir araya gelirse, örneğin erken teşhis, uygun ilaçların alımı, beslenmeye dikkat etmek gibi, bu takdirde iyileşme gerçekleşir.

Tüm bunlar, sebeplerin bir araya gelmesi (kitap) kanununa bağlıdır. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi…

“Yeryüzünde ve kendinizde size isabet eden bir musibet yoktur ki meydana gelmeden önce bir araya gelmiş sebepleri (kitap) olmasın. İşte bu Allah için çok kolaydır.” (Hadid 57/22)

Böylece ölüm, bir kitaptır, meydana gelmesi kaçınılmaz “kader”dir. Yani ölüm, onu meydana getiren unsurların bir araya geldiği bir kitaptır.

“Hiçbir kimse yoktur ki Allah’ın izniyle ertelenmiş bir kitaba göre ölmesin.” (Al-i İmran 3/145)

Yani insan ömrü uzar veya kısalır.

Ne zaman ki aşı ve benzeri sebepler çoğaldı, böylece çocuk ölümleri azaldı.

Ne zaman ki Suriyelilerin katline sebep olacak unsurlar bir araya geldi, onların ömürleri kısaldı.

Ölüm, kaderdir (belirlenmiş ömür). Cinayet ise “kaza” yani kişiye bağlı bir durumdur.

Suriyelilerin ömrünü kim kısalttıysa bunun hesabını Allah’a verecek.

Bugün Müslümanlar hallerini düzetmedikçe ve hatalarını Allah’ın kaderine bağlamaya devam ettikçe, daha da kötü duruma düşecekler.

“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin…

Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.” (Al-i İmran 3/8-9)

Hisham Alabed