Her şeyden önce doğru bir Allah tasavvuruna ihtiyaç var – Emre Dorman

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

 

Allah’ın insana vermiş olduğu en büyük nimetlerden biri akıl, diğeri de dindir. Din, hayatı zorlaştırmak için değil aksine kolaylaştırmak için vardır. Din, yeryüzünde barış ve kardeşliğin pekiştirilmesi, huzur ve iyiliğin yüceltilmesi, hak, hukuk ve adaletin dimdik ayakta tutulması içindir.

Kulun en başta kendisini yaratan Rabbine sonra da Rabbinin tüm yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarını bilip, bu sorumlulukları en güzel şekilde yerine getirmesi içindir. Neden var olduğunu, varlığının anlamını ve öldükten sonra kendisine ne olacağını kavraması içindir.

Kısacası din, bir anlamda dünya sınavının ve ahiret hesabının cevap anahtarıdır.

Din, insan içindir; insan din için değildir. Ancak bu gerçeğin üzeri örtülünce, dinin doğası bozulup gönderiliş amacının dışına çıkarılınca, insani görüş ve anlayışlar, Allah’ın hükmünün önüne geçirilip özünden uzaklaştırılınca, problemlerimize çözüm olması gereken din, en büyük problemimiz haline getirilmiştir.

Allah’ın varlığı ya da dinin gerekliliğini şüpheyle karşılamanın, inkâr etmenin ya da gerektiği gibi dikkate almadan yaşamanın temel nedenlerinden biri, din adına uydurulan şeylerin, gerçek dinin önüne geçirilmiş olmasıdır.

Allah, dini, insan aklına ve yaratılışına uygun şekilde gönderir. Ancak Allah’ın göndermiş olduğu halis din, zaman içinde insanlar tarafından yapılan eksiltme ve ilaveler ile saptırılarak çeşitli menfaatler uğruna sömürülmeye başlanır. Öyle ki bu durum önceki dinlerde, Allah’ın vahyinde tahrifat yapıp dinde hiç olmayan şeyleri Allah’ın vahyine sokmaya, kelimelerin anlamlarını kaydırmaya, yapılarını bozmaya, gerçeği gizlemeye, kısacası Allah adına konuşarak peygamberler üzerinden uydurmaya kadar varmıştır.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın lütfu ve rahmeti sonucu son vahiy olan Kur’an, vahyedildiği gibi muhafaza edilmiş ve her türlü insani müdahaleden uzak tutulmuştur. Bizzat Kur’an’ın kendisi bunun en büyük delilidir.

Allah’ın vahyi korunmuş olmasına, din adına gerekli olan her şeyi içinde barındırarak bunu açık bir şekilde ifade etmesine ve peygamberimizin şahsiyetinde en güzel şekilde örnek olarak uygulanmış olmasına rağmen, bununla yetinilmemiş ve sanki Allah hiç din indirmemiş ve kullarından neler istediğini bildirmemiş gibi çeşitli gerekçeler ile yeni bir din yaratılmıştır.

Dinde olmamasına rağmen, bazen özendirme ve teşvik etmek için iyi niyetle bazen de özünde inkârcı ve münafık olanların elinde kötü niyetle uydurulan şeyler, uyduruldukları dönemle sınırlı kalmamış ve günümüze kadar varlığını sürdürerek İslam dininin omurgasını eğen bir kambur olmuştur.

Gerek İsrailiyat (Yahudi) ve Mesihiyat (Hıristiyan) kaynaklı gerekse müşrik ve münafıkların zaman içinde organize şekilde İslam dininin içine soktukları uydurmalar, insan yaratılışına uygun olan dini anlaşılmaz, yaşanılmaz ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.

Önümüzde iki seçenek vardır. Ya geçmişten gelen dini, yaygın olan geleneksel şekli ile kabul edip ortaya çıkardığı birçok problemi görmezden geleceğiz ya da dini özüne döndürebilmek ve Kur’an’dan hareketle güncel problemlere, ihtiyaca uygun çözümler üretebilmek için elimizi taşın altına sokacağız.

Geleneksel ve yaygın olarak yaşanan bu dinin Allah’ın indirdiği din olmadığı açıktır. Bu dinin kimseyi memnun etmediği, etmesinin mümkün olmadığı da açıktır. Bu durumdan memnun gözüken ve bir sorun görmeyerek şikâyet etmeyenlerin, teoride inandıkları geleneksel dini, pratikte gerektiği gibi uygulamadıkları ya da işlerine geldiği gibi yorumlayarak işlerine gelmeyen şeyleri yok saydıkları da son derece açıktır.

Peki, işe nereden başlayacağız? Her şeyden önce doğru bir Allah, din ve peygamber tasavvuruna sahip olmamız gerekmektedir. Şayet aklımızı devre dışı bırakarak, Kur’an’ın Allah, din ve peygamber tasavvuruna bakmazsak, din adına uydurulmuş şeyleri dinden sanarak onlara inanmamız ve onları savunmamız kaçınılmaz olacaktır. Çünkü hem Allah’ın yaratılıştan bize vermiş olduğu akıl ayetini hem de aklımızı kullanarak anlayıp kavramamız gereken vahiy ayetlerini hiçe sayarak doğru ve sağlıklı bir din anlayışına sahip olamayız.

Bugün dini konularda içinde bulunduğumuz sıkıntının ve karşı karşıya kaldığımız tehlikenin yeterince farkında değiliz. Geleneksel dini anlatan hocaların önemli bir kısmı, hitap ettikleri geleneksel anlayıştaki kişiler dışındakileri yeterince önemsemeden konuşmaktadırlar. Anlattıkları şeylerin nerelere varacağını düşünmeden, sözlerini gerektiği gibi ölçüp biçmeden sarf etmektedirler. Hak ve batıl arasında gereken ayrımı yapmadan, geçmişten günümüze gelen rivayetleri Kur’an eleğinden geçirmeden, akıl ve mantık ilkelerini işletmeden hesapsız bir din anlatımı yapmaktadırlar. Durum böyle olunca birçok kişi aklına ve tabiatına uymadığı için ya dini reddediyor ya da dini yeterince dikkate almadan yaşıyor. Geleneksel dini yaşamaya çalışanların önemli bir kısmı da çeşitli konularda şüphe ve kararsızlık noktasında kalıyor, içinden çıkamayınca da ya düşünüp sorgulamadan sadece taklit ediyor ya da o birçok inanç ve kabule günlük hayatında yer vermiyor.

Kur’an’da hiç yer almamasına rağmen din adına anlatılan şeylere itiraz edildiğinde ya hemen geçmişten referans veriliyor ya da anlatılan şeylerin kaynaklarda yer aldığı söyleniyor, ya da “Geçmişteki âlimlerimiz yanlış anladı da doğrusunu siz mi anladınız?” diyerek geçmişi kutsama yoluna gidiliyor. Peygamberimizden sonra gelen insanların dini birtakım şeyleri aktarırken yanılmış olabileceklerine, iyi ya da kötü niyetle din adına bazı şeyler uydurabileceklerine ihtimal dahi verilmiyor. Oysa dinde peygamberimiz dışında hiç kimsenin Allah’ın ayetlerini bildirip tebliğ ederken yanılmayacağına dair garantisi yoktur.

Bununla birlikte bir insanın geçmişte yaşaması hatta peygamberimiz ile aynı dönemde yaşamış olması da sonradan gelen birinden ya da bugün yaşayan birinden daha bilgili olduğunun göstergesi değildir. Peygamberimizden sonra Kur’an dışında din adına yapılan yorumların önemli bir kısmı, içinde bulunulan dönemin gereksinimleri, şartları doğrultusunda getirilen ve çoğunlukla da mevcut sosyal ve kültürel ortamdan etkilenen yorumlardır.

Oysa Kur’an evrensel ve kıyamete kadar geçerli olacak bir kitaptır. Belirli bir döneme ve ortama mahkûm edilemez. Tarihe gömülemez.

Kur’an o gün de bugün de aynı. Peygamberimiz dönemindeki insanların en büyük avantajı peygamberimizin Allah’ın ayetlerini en güzel şekilde uygulayarak örnek olması ve inananlara bizzat destek olmasıydı. Biri kalkıp dinde olmayan bir şeyi uydursa ya da birtakım iddialarda bulunsa peygamberimizin bunun dinde olmadığını söyleme ve inananları Allah’ın ayetlerinden hareketle doğru bir şekilde bilgilendirme imkânı vardı.

Ancak peygamberimizden sonra onun kadar bu türden uydurma ve iddiaları düzeltebilecek otoriteye sahip biri olamazdı. Dolayısıyla her ne kadar peygamberimizin etrafındaki gerçek inananlar din adına uydurulan şeyler ile mücadele etmişlerse de bir şekilde zaman içinde bu uydurmalar dinden zannedilmiş hatta peygamberimize ve yanındaki gerçek inananlara isnat edilerek çeşitli kitaplara girmiş ve günümüze kadar gelmişlerdir.

Her dönemin kendi içinde artıları ve eksileri vardır. Peygamberimiz zamanında inananların, ayetler inerken bizzat onları yaşayarak tecrübe etme imkânları vardı. Biz bugün, bu destekten mahrumuz ancak peygamberimizden bize miras kalan Kur’an sayesinde din adına uydurulmuş şeyleri anlama, hak olan ile batıl olanı ayırma ve bu sayede Allah’ın gerçek dinini öğrenme imkânına sahibiz. Özellikle Kur’an’ı alıp okuyabilmemizin, bilgiye ulaşmamızın ve farklı bilgileri dikkate alabilmemizin çok daha kolay olduğu bir dönemdeyiz. Medya ve internet gibi araçlarla Allah’ın ayetlerini aynı anda milyonlarca insana duyurup hatırlatma ve farklı görüşleri dinleme imkânına sahibiz. Bunun yanında Kur’an’ın özellikle evren ayetlerini, modern bilimin ışığında, geçmişteki insanlardan daha iyi takdir etme ve anlayabilme şansına da sahibiz.

Ateist çevrelerin dine yönelttikleri eleştirilerin büyük bir kısmı, dinin özünde olmamasına rağmen bir şekilde sonradan dine ilave edilmiş inanç ve kabullere dayanmaktadır. Bunun üzerine kimi hocalar da din adına uydurulmuş şeyleri savunduklarında, ortalama inanca sahip bir kişinin inancından olmasının yolu daha da açılmaktadır. Biz istediğimiz kadar “Açıp Kur’an’ı okuyun ve gerçekleri kendiniz görün” desek de insanların önemli bir kısmı sadece duyduğu ya da gördüğü ile yetinerek, bunlar üzerinden değerlendirmelerde bulunmaktadır.

Bu da yetmezmiş gibi gelenek tutuculuğu yapan çevreler ile tasavvuf ve tarikat yapılanmalarının önemli bir kısmı, dinde aklı kullanmayı hor ve gereksiz görerek aklını kullanmaya çalışan inananları, nefislerine uymakla itham etmektedirler. Bu, Allah’ın aklımızı kullanmamızı, düşünüp sorgulamamızı söylediği bunca ayetini göz ardı etmek demektir.

Allah bunca ayetinde “Aklınızı kullanın” derken söz konusu yapılar akılla dinin kavranamayacağını söylerler. Oysa akılla kavranamayacak olan Allah’ın dini yani ayetleri değildir; bu anlayışa sahip çevrelerin üretmiş oldukları gizemli, anlaşılmaz ve gerçek ötesi dindir. Kur’an, hem akla hem de duygulara hitap eden ayetleri ile insan yaratılışı ile tam olarak uyum içerisindedir. İhtiyacımız olan şey, din adına uydurulmuş şeylerden kurtularak, yaratılışımıza uygun olan gerçek dini öğrenip, yaşayabilmektir.

Din adına uydurulan şeyler, tarih boyunca Müslümanı Müslüman’a kırdırmış, iktidar ve dünya malı uğruna İslam ile örtüşmeyecek zulüm ve işkencelere sebep olmuş ve özellikle peygamberimiz üzerinden uydurulan hadisler sebebiyle Allah’a ait olan apaçık ve anlaşılır din, mezhepler ve âlim kabul edilen kişilerin farklı hüküm ve yorumları sebebiyle karmakarışık bir hale gelmiştir.

Günümüzde İslam adına yapılan zulüm ve insanlık dışı eylemlerin tamamının da dini gerekçesi, din adına uydurulan rivayetlerin yer aldığı kaynaklara dayanmaktadır.

Birçok Müslüman söz konusu bu eylemlerin İslam dini ile örtüşmediğini ifade ederek “Gerçek din bu değil” diyor. Ancak buna rağmen bu türden eylemler yapan örgütlerin kendilerini haklı çıkarmak için referans aldıkları kaynakları bu eylemlere itiraz eden insanlar da benimsiyorlar. Sonuçta eylemleri yapanlar da, bu eylemlerin İslam ile örtüşmeyeceğini iddia edenlerin önemli bir kısmı da Kur’an dışı geleneksel kaynakları dini referans olarak kabul ediyorlar.

Çok şükür ki gerçekte dinin ne olduğunu öğrenebilmemiz için Kur’an elimizdedir. Kur’an, din adına hak ile batılı birbirinden ayıran keskin bir bıçak, hassas bir terazidir.

Peki, Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz durumun ne kadar farkındayız? Din adına uydurulan şeylerin, dinde olmadığını söyleyen kişileri sapkın ve din dışı ilan ederek türlü iftiralar ile etiketlemek kolay ama bu gerçeklerle yüzleşmek zordur. İşin içine girmek, sorumluluk almak ve Allah’ın dinini Allah’ın bildirdiği gibi anlamak için daha ne bekliyoruz?

Allah ve resulü adına uydurulmuş bir dine daha ne kadar tabi olacağız? Bu zulmün bir parçası olarak hesap günü Allah’ın huzurunda nasıl duracağız?

Gelin hep birlikte Müslümanlığımızı sorgulayalım.

En başta Allah’ın vahyi Kur’an-ı Kerim ile ilişkimizi, Kur’an’ın hayatımızdaki yerini ve din anlayışımızı gözden geçirelim. Ardından dinimiz ve peygamberimiz hakkında doğru bilinen yaygın kabulleri, Kur’an’ın eleğinden geçirerek gerçek dinin ne olduğuna karar verelim.

Allah’a din öğretmeye kalkmayalım. Allah’ın dinini Allah’ın sözlerinden öğrenelim. Allah’ın vahyine uygun olmayan hatalı bir ifade ve yaklaşım varsa bizden, ortaya konulan doğrular ise Allah’ın ayetlerinden kaynaklanır.

Alıntı: Emre Dorman, Allah’a öğretilen din sayfa 15-21

Bir cevap yazın