Din-bilim ilişkisi (Hangi din, hangi bilim) – Emre Dorman

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

 

Toplumun önemli bir kısmının din ve bilim arasında bir çatışma olduğunu ya da din ve bilimin tamamen ayrı alanlar olduğunu düşündüğüne tanıklık ediyoruz. Halk arasından akademik çevrelere kadar geniş bir kesimde bu yanlış algının örnekleri görülebilir. Muhtemelen bu yanlış algı hem dini hem de bilimi yeterince bilmeme­mizden ya da gerektiği gibi üzerlerine düşünmememizden kaynaklanıyor.

Din-bilim ilişkisinden bahsederken “Hangi din?” ve “Hangi bilim?” sorusu son derece önemlidir. Çünkü yanlış din ve yanlış bilim algısından hareketle doğru bir din-bilim ilişkisi kurmak mümkün değildir. Din yani va­hiy denilince pek çok insanın aklına daha çok ibadetlere ve ahlaki görevlere yönelik şeyler gelmektedir. Şüphesiz bunlar da son derece önemli ve gereklidir. Üstelik din ol­madan bunların bilinmesi mümkün değildir. Ancak dinin aynı zamanda Allah’ın varlığı, Evren’in ve yaşamın yara­tılışı, insanın en temel varoluşsal sorularına ve çığlıkla­rına cevap verişi ve onu her fırsatta gerek Evren gerekse tüm yaratılmışlar üzerine düşünmeye sevk etmesi gibi bir yönü de vardır.

Din denildiğinde daha çok namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerin anlaşılması ve evren ayetlerinin göz ardı edilmesinin en öncelikli sebebi, Kuran’ın hayatımızdaki yerinin vahyediliş amacına uygun olmaması ve genellikle anlaşılmak üzere okunmadığı için de ayetleri üzerine ge­rektiği gibi düşünülmemesidir.  

Bilim ile ilgili yanlış kabullerimiz olduğu da bir gerçek­tir. Bu yanlış kabullerin başında bilimi dinin alternatifi olarak görmek gelir. Öncelikle bilimin ne olduğunu ana hatları ile ifade etmekte fayda vardır. Bilim, yaşadığımız Evren ile ilgili gerçekleri, deneysel verileri sistematik bir biçimde inceleyerek bulmayı amaçlayan disiplindir. Bu ise iki temel varsayımı içerir:

  1. Dış bir gerçeklik vardır.
  2. Deneysel metotlar dış dünya hakkında bilgi sağla­yabilir.

Evren’in ve yaşamımızın gerçek olması, bilim yapabil­mek için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. İçinde bulundu­ğumuz âlem, sanal değil gerçektir. Ancak belirli yasalara tabi bir şekilde işleyen, kendi içinde uyumlu ve tutarlı bir evren’de bilim yapmak mümkün hale gelebilir. Örneğin Budizm gibi çeşitli inanç sistemlerinde her şey bir illüzyon yani yanılsamadan ibarettir. Yaşadığımızı sandığımız şeyler aslında uykumuzda gördüğümüz rüyalarda olduğu gibi hayal ürünü şeylerdir. Dış dünya gerçek olmadığı için gerçek ol­mayan bir şeye güvenmek söz konusu değildir. Güvenilme­yen bir şey üzerinden bilim yapmak da mümkün değildir.

Oysa teist inanç sisteminde dış dünya tam anlamıyla bir gerçekliktir. Allah Evren’i gerçek olarak var etmiş ve birtakım yasalara tabi kılmıştır. Hem bu yasaların işleyişini hem de Evren’deki fenomenleri anlamaya çalışmak bir an­lamda Allah’ın sanatına tanıklık etmek demektir. Bu yüz­den neredeyse bütün büyük bilimsel devrimler teist inanç sistemine bağlı düşünürler tarafından gerçekleştirilmiştir.

Öte taraftan deneysel metotların dış dünya hakkın­da bilgi sağlaması da bilim yapabilmek için son derece önemli bir gerekliliktir. Evrenimiz ve yasalar ile ilgili göz­lem ve deneye dayalı bir bilgi edindiğimizde her seferinde bunu sınama ihtiyacı hissetmeyiz. Örneğin yerçekimi ya­sasına tabi olduğumuzu bildiğimiz için yüksek bir yerden atladığımızda aşağıya düşeceğimizi biliriz. Bunu bildiğimiz için de eylemlerimizi Evren’deki yasalara uygun şekilde gerçekleştirmeye çalışırız.

Yine doğa yasalarının evrensel oluşu, bilim yapabil­mek için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Natüralist-ate­ist evren anlayışı açısından devamlı hareket halinde olan bir Evren’de mekân ve zamanda değişmeyen yasa­lar beklemek için hiçbir sebep gözükmemektedir. Fizikçi Paul Davies bu durumu şu şekilde özetlemektedir:

Bilim insanı olmak için Evren’in güvenilir, değişmez, mutlak, evrensel, kökeni belirsiz matematiksel yasalar tarafından yönetildiğine inanman gerekir. Bu yasaların geçersiz olmayacağına, yarın uyandığın zaman ısının so­ğuktan sıcağa aktığı gibi bir duruma rastlamayacağına ya da ışık hızının saat başı değişmeyeceğine inanman gere­kir. Yıllar boyunca sık sık fizikçi meslektaşlarıma neden fizik yasaları oldukları gibidir diye sorarım… En sık ve­rilen cevap şöyledir: Oldukları gibi olmaları için hiçbir gerekçe yoktur, onlar (yasalar) sadece varlar.”

Evren’in mükemmel bir yaratıcısı ve tasarlayıcısı olduğunu söy­leyen teizm açısından doğa yasalarının evrensel olması kaçınılmaz olarak beklenen bir durumdur. Teist bakış açısında Evren mükemmel bir yaratıcı olan Allah tara­fından yaratılmıştır ve yine O’nun tarafından muhafaza edilmektedir. Allah mükemmel olduğu için doğasında bir değişim söz konusu değildir. Dolayısı ile doğası değiş­meyen Allah tarafından tasarlanmış ve muhafaza edilen yasaların zaman ve mekânda değişmez olmasının son de­rece mantıklı bir temeli vardır.

Kaynak: Emre Dorman, Allah’ın Parmak İzi, sayfa 13-16 

Kitabın tamamını okumak için: http://www.emredorman.com/wp-content/uploads/2016/06/Allah%C4%B1n-Parmak-I%CC%87zi-Emre-Dorman-1.pdf

Bir cevap yazın