Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve “Bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?” diye sormuş salondakilere.
Hiç ses çıkmamış tabiki. “Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim” diye devam etmiş.
Salondan yine çıt yok… Fiyatı artırarak 5000 dolara kadar getirmiş. Bu sırada salonda bulunanlardan birisi, “Hocam, istersen 500 bin dolar ver, yine bize o ekmeği çiğnetemezsin, boşuna uğraşma!” demiş.
Doğan Hoca da, “İşte değerler eğitimi budur” diye noktayı koymuş… Para vererek ekmek çiğnetebileceğiniz insan sayısı yok denecek kadar azken, bedavaya yalan söyleyen, azı çok, çoğu az gösteren, dedikodu yapan insanların bu kadar çok olması biraz garip değil mi?
Acaba yalan söyleme konusunda bu kadar hassas olamaz mıydık?
Yere düşen ekmeği çiğnememek için duyduğumuz hassasiyet, yerlerde sürünen bazı değerlerimiz çiğnenirken niçin kendini göstermiyor acaba?
Eskiden zaten öyleydi diyorsunuz şimdi muhtemelen içinizden. Doğru, eskiden öyleydik.
Kapkaranlık medeniyetlerin ortasında değerlerimizle parıl parıl parlıyorduk. Ama toplumsal manada suç sayılan birçok eylemin normalleşmesi o kadar hızlı oldu ki, bir anda söndük.
Değerler eğitimi son yıllarda müfredata girmeyi başardı. Ama toplumun geneline bakıldığında, değerler eğitiminden çok “ne derler eğitimi” yapılıyor gibi…
Eğer bir insan kalabalıklar içindeyken yere çöp atmıyor da, etrafta kimseler yokken atıyorsa bu insanın değer yargıları tam oluşmuştur diyemeyiz.
El âlem ne der diye yere çöp atmayan bir kimse elbette çevreci olamaz. Bizi biz yapan, bizi insan yapan değer yargılarımızı içselleştiremediğimiz sürece hep içsel bir huzursuzluk hali yaşayacağız.
Ne yapıyorsak gönülden yapmaya gayret etmeli, doğru olduğunu biliyor ve gönülden yapamıyorsak bile en azından her daim doğru olanı yapmaya çalışmalı. Aksi bir ihtimal ancak sırtımıza bir yük daha yüklemek olur.
Psk. Merve Nur Özbey