Animizm’i; kısaca “ruhlara tapma inancı” diye niteleyebiliriz. Tevhid dini olan İslam’ı en çok bu ruha tapma inancı bozmuştur.
Bugün uluların, erenlerin ruhlarından medet ve bereket dilemek şeklinde Animizm tekrar hortlamıştır.
Evliyaları aşırı yüceltmenin nedeni de budur. Mesela bu animistlere göre; Abdulkadir Geylanî’nin ruhu aynı anda binlerce müridinin yardımına koşabilmektedir(!)
Bırakın cahil halk tabakasını, apaçık şirk ve küfür olan bu inanca inanan pek çok âlim bile vardır. Hatta ömrü boyunca onun ruhaniyetinden yardım istediğini ve yardım da gördüğünü Said Nursi iftiharla söyleyebilmiştir.
Yok, peygamberimizin ruhaniyeti Çanakkale savaşlarında en önde savaşmıştır.(!) Daha neler, neler… Anlaşılan Türkler eski dinleri Animizm’in tesirinden hala kurtulamamışlar.
Şamanizm; dirilerden çok ölülerle, atalar ve ruhlarıyla ilgilenir. Türklerin yeni dini İslam da ölülerle, onların ruhlarıyla bir çeşit bağ kurmak için birazcık tadilat geçirmiş. Hala bu topraklarda derinden akan din Şamanizm gibi duruyor.
Dünyaya pek karışmayan gökte bir tanrı/ Gök Tengri! Yerde ise onun işlerini gören şanlı ecdadın kutsal ruhları! Kabirler, yatırlar da bu yüce ruhlarla temasa geçtiğimiz kutsal mekânlar! Şamanlar /Evliyalar da Allah’la bağ kurmamızı sağlayan alt tanrılar!
Din denilince Türklerin aklına cin, sihir, büyü, nazar, muska gibi şeyler gelir. Hala halk İslam’ında cinler, periler çok önemli bir yer işgal eder.
“Ecdadın ruhları” fikri hala çok canlıdır! Bu Animizm’den geçmiş olan “ataların ruhlarıyla temasa geçme” inancı en çok şeyh, veli kabul edilen kimselerin yatırlarını, mezarlarını onlardan yardım görme ümidiyle ziyaret etmede görülür.
Türklerin hala büyük çoğunluğunun Kur’ân’dan haberi yoktur. Onun anlamını merak etmezler, daha çok ölülerine okurlar. Onu, sihirli güçleri olan kutsal bir kitap olarak görürler.
Cahiliyye Araplarının inançları; totemizm, animizm merhalelerinden geçerek, putperestliğe dönüşmüştür.
Animizm safhasındaki Araplar, kâinatın ruhlarla dolu olduğuna ve bütün doğal hadiselerin bu ruhların eseri olduğuna inanıyorlardı.
Eşyaya can veren ve onlarda bir takım değişikliklere sebep olan ruhlara hürmet ve itaat etmeye başladılar. Bir takım ayinlerle ruhlara ibadet etmeye başladılar.
Totemciliğin yerini daha sonra “ruhçuluk” aldı. Onlar ölen bir adamın ruhunun cesedini terk ederek kabirden çıktığına inanıyorlardı. Bu ruhların bir kısmı ervah-ı latife, diğerleri ervah-ı habise idi. Çöller, vadiler bu ruhlarla dolu idi. Bu ruhlara Allah’ın ulûhiyetinden hisse verirlerdi.
Cahiliye müşrikleri arasında çok yaygın olan kehanet/kâhinlik işi, işte bu ruhlarla irtibat kurma üzerinedir. Şairler şiirlerini bu ruhların ilhamıyla yazarlardı. İlham perileri bu ruhlardı. Peygamberimizi bu yüzden şairlikle itham ettiler.
Mekke müşriklerinde, mabetler sadece tapınma yeri değil, aynı zamanda ruhanî varlıklarla temasa geçme, gaybten haber alma yeridir. Bizim klasik eserlerde çok sık geçen ‘hatiften gelen sesleri’ kâhin ve falcılar duyuyorlar ve bunları müşriklere aktarıyorlardı.
Ayrıca Arapların taştan bir fetişleri vardı. Fetiş bizatihi mabud değildi, daha çok bu taptıkları ruhların makarr’ı/ içine yerleştiği, bulunduğu yerdi. Bu fetiş/sanem sihirli bir mahiyete sahipti. Sefere çıkan, seferden dönen kimse, ilk iş olarak bunu meshediyordu. Daha sonraları bunlar yontularak insan şekline sokulacaktır.
Özetle; Cahiliyye Arapları bu heykelleri makarr edinmiş ruhlardan istiane’de bulunuyor, isteklerini, en yüce İlaha iletmesi için onlara arzediyorlardı.
Alıntı: Saadettin Merdin – Tamamı için: http://www.saadettinmerdin.com/genel/101-ruhaniyet-ruhculuk-animizm.html