Kur’an’da ve sayısız hadiste gıybet, nemime, iftira gibi rezîletler çok kesin bir dille yasaklanmasına karşın, sözüm ona dinî hamiyetle İslam’ı savunmayı kendine vazife bilecek kadar “duyarlı müslümanlar”daki(!) gıybet ve nemime şehvetinin bu denli yüksek düzeyde olması hakikaten trajik bir durumdur.
Yıllar boyunca kürsüler ve minberlerlerden gıybet, yalan, nemime, iftira, sû-i zan gibi ahlâkî arızaların onarımıyla ilgili sayısız vaaz ve hutbe dinleyen bir millet olmamıza rağmen ahlâkî planda bu kadar ahlaksız tipolojisi üretmemiz en azından benim izah edebildiğim bir şey değildir.
Bunca çirkin fiilin çirkinliği her birimiz tarafından gayet iyi bilinmesine, üstelik Hucurat suresinde müslüman toplumun bu tür çirkinliklerden uzak durması emredilmesine rağmen içimizdeki birileri sevap işler gibi gıybet, dedikodu üretebiliyor ve üstelik bunu din adına yapabiliyorsa, o zaman burada “örtük tekfircilik” var demektir.
Çünkü Kur’an ve Sünnet’teki onca açık ikaza rağmen bir müslümanın başka bir müslüman hakkında gıybet, yalan, iftira, nemime üretmesi söz konusu değildir. Ama ortalık gıybet, yalan ve iftiradan geçilmiyorsa, o zaman birileri din konusunda kendileri gibi düşünmeyen müslümanları “müslüman” olarak görmüyor demektir.
Ne var ki gıybet etmemek, yalan konuşmamak, iftira atmamak sadece müslümanların kendi iç hukuklarında geçerli olan ahlak kuralları değildir. Bilakis bunlar farklı din, inanç ve inanışlardan bağımsız olarak insanlık ve adamlık vasfı kazanmanın olmanın olmazsa olmaz kurallarıdır. Sonuç olarak, en temel sorunumuz müslümanlıktan ziyade, insan ve adam olamama, yani “derin ahlaksızlık” sorunudur.
Bu sorunla başa çıkmanın en etkili formüllerinden biri ve belki de ilki, şeytan taşlamaktan tavaf etmeye vakit bulamama modundan çıkıp herkesin kendi şeytanını (hırs ve ihtiraslarını) taşlama moduna girmesidir. Kişinin kendi şeytanını taşlamasının tavaf yerine geçeceği kesindir. Bunun manevi katma değeri ise erdem ve erdemliliktir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk, 11.11.2017