Bilmediğin şeyin ardına düşme

Kitap ve İnsan - kitapveinsan.com

 

“Bilgi”, akıldan sonra gelen bir değerdir. Onun için ona dayanarak iş yapmalı ve onu devamlı olarak takip etmeliyiz. Bu konu çok önemli olduğu için Yüce Allah aşağıdaki ayeti gündeme getirmektedir. Ayet şöyledir:

Bilmediğin şeyin ardına düşme; çünkü işitme duyusu, görme duyusu ve gönül, bunların hepsi bundan sorguya çekilecektir. (İsra, 36)

“Ardına düşmek” bir eylemdir: Bir eylemin bilinmesi demek, onun sonucunun nere götüreceğini, ne fayda temin edeceğini, iyiye, güzele veya kötüye götürüp götürmeyeceğinin analizini yapabilmek demektir. Bilgi, insana bu şekildeki analizini yapma gücünü verecek ve bu konuda önünü aydınlatacaktır. Bilgi ışık olduğundan, insanın analizlerinde rehberlik yapacaktır. Bilginin yetersiz kalması, şüpheyi ve manevî körlüğü getirmektedir. Böylece bilginin yeterli olmayışı imansızlığa neden olmaktadır.

Buradaki bilgi, duruma göre kesin delil anlamını da ifade edebilir. Kesin delil olmayan, sağlam bir dayanağı olmayan, zannî, tahminî ve dedikodu cinsinden haberlerin peşinden gidilmemesi emredilmektedir.  Bir siyasetçi için bu, hem devletlerarası ilişkilerde hem de iç işlerinde kesin bilgi, kesin delil ve dayanak olmayan bir şeyde, davranışta bulunmaması anlamına gelmektedir. Bilimsel araştırmalarda, eğitimdeki uygulamalarda ve ahlâkî davranışlarda hep bu ilke yer almalıdır. Kur’an’da dini alan için bilinmeyen bir şeyin ardına düşülüp yapılan yanlışları açıklayan ayetler vardır:

“Putperestler diyecekler ki: Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık. Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz tahminde bulunmaktan (yalan söylemekten) başka bir şey yapmıyorsunuz (En‘âm 6/148).

Yüce Allah, müşriklerin konuşmalarını ispat etmeleri için onlardan bilgi istemektedir. Bu bilgiyi getiremeyenlere zannı takip ettiklerini, tahminî ya da yalana dayanarak konuştuklarını söylemektedir. Müslümanın farkı, kesin bilgiye dayanarak hareket etmesidir.

“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, bu helâldir, şu da haramdır, demeyin; çünkü Allah’a iftira etmiş olursunuz” (Nahl 16/116).

Din adına bilgiye, delile dayanmadan konuşulmaz ve konuşulamaz. Dini hayatın, uygulamaların ve yolun aydınlığı bilgidedir.

“De ki: Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım. Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir?” (Kasas 28/49-50).

Allah’tan bir delil, bir bilgi olmaksızın din konusunda konuşanı Yüce Allah en sapık insan olarak takdim etmektedir.

“Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, onun bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz, kesin bir bilgi elde etmiş değiliz, dediniz” (Câsiye 45/32).

Müşrikler bile kesin bilgi istemekte, buna sahip olmadıklarından zandan ibaret olarak sanmaktadırlar.

“Hayır, onların ahireti hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler” (Neml 27/66).

Bilginin yetersiz kalması, şüpheyi ve manevî körlüğü getirmektedir. Böylece bilginin yeterli olmayışı imansızlığa neden olmaktadır.

“Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden  başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rabbleri tarafından yol gösterici gelmiştir” (Necm 53/23).

Bütün bu ayetler şunu gösteriyor: Bilgisizlik, bilginin yetersizliği, ya da yetersiz bilgiye sahip olmak, insanın zan ve tahmini davranışların peşine düşmesine sebep olmaktadır. Din eğitimcileri, âlimleri, insanları dinî konularda yeterli bilgiye sahip kılmadıkça onların hatalarını önleyemeyeceklerdir. Tabii ki öncelikle kendilerini doğru ve yeterli bilgi ile teçhiz etmeleri gerekiyor.

“Bilmediğin şeyin ardına düşme” emrini hukuki alana çekersek, şâhitlik eden insanın duymadığı, görmediği, bilmediği ve kalbinin tatmin olmadığı bir konuda şâhitlik etmemesi emredilmektedir diyebiliriz. Böylece bu emir, hukukun yanıltılmasını önlemektedir.

Ama konuyu ahlâkî alana da çekebiliriz: Duymadığın, görmediğin ve kalbinin tatmin olmadığı, tam bir bilgiye sahip olmadan biri hakkında konuşmak, gıybet etmek, dedikodu yapmak, bir muamelede bulunmak, iftira etmek yasaklanmaktadır. O zaman Hucurat 6. ayetin uygulanması istenmektedir:

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”

Müslüman, bilgiyi, delili takip eder; hareketlerini bilgiye dayandırır. İşitme organı ile görme organlarının topladığı duyumlar beyinde, kalpte bilgiye dönüşmektedir. Yanlış duyumların peşinde koşup doğru bilgiye dayanmamaktan dolayı sorgulamanın olacağını bilmek ve ona inanmak gerekiyor. Her organın kendisine has bir sorumluluğu olacağını bilen bir mümin, bilginin dışında hiçbir şeyi takip etmeyecektir.

Alıntı: Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı, 24.06.2016

Ayrıca okuyunuz:

1 – https://kitapveinsan.com/isra-36/

2 – https://kitapveinsan.com/isra-suresi-22-37-ayetler/