Yüzyılların felsefi konularından biri olan “iyi ve kötü algısının doğuştan mı geldiği, sonradan mı öğretildiği” tartışmasını hepimiz işitmişizdir. Bu konuda John locke’ın zihni “boş bir levha”ya benzetmesi meşhurdur. Örnek olarak Sosyolog Durkheim “toplumdan öğrenir” derken, Marksist yaklaşım ise “hakim olan siyasi güce” bağlamaktaydı.
Buna karşın -istisnalar olmakla birlikte- teist felsefeciler ise doğuştan ahlakı savunurlar, bunun tanrı vergisi dürtülerden oluştuğu fikrini desteklerdi.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de doğuştan gelen hayat algısı vurgusu yapılır:
“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30)
Son yapılan araştırmalar, ahlakın doğuştan geldiği fikrini destekler nitelikte görünüyor. Yale üniversitesi profesörü Paul Bloom önderliğinde, 2007 yılında bebekler üzerinde bir araştırma yapılıyor.
Bu çalışmaya göre, yürüyemeyen, konuşamayan hatta daha doğru dürüst desteksiz oturamayan bu bebeklerin ahlaki/etik yönlerinin belirli bir düzeyde gelişmiş olduğu saptanıyor.
Bu deneylerden birinde, kuklalar kullanılıyor. bu kuklalardan kimisi “yardımcı/iyi” bir rol sergilerken, diğer kuklalar “kötü ve hedefe ulaşmayı engelleyen” bir role bürünüyor.
Bebekler, daha sonra kendilerine sunulan bu kuklaların “iyi” olanını seçiyor, hatta kimisi “kötü” olan kuklaya karşı yargilayici davranıp, eliyle vurmaya başlıyor.
(hatta bu deneyin videosunda, çocukların renk seçimine dair seçim yaptığı riskine binaen; aynı renkteki kuklalar zıt karaktere büründürülüyordu. buna rağmen bebekler tekrar “iyi” olanını seçiyor, henüz elini kullanamayan bebekler ise gözlerini “iyi” olan kuklaya dikip uzun süre sadece ona bakıyordu)
Profesör Paul Bloom, yaptığı araştırma hakkında: “bu bulgularla, bebeklerde etik değerin daha hayatlarının başında var olduğunun gözlemlendiğini” ifade etti.
Bu araştırma kapsamında, küçük bir tepeye çıkmaya çalışan bir kukla gösterisi sunuldu. diğer figür bu kuklanın çıkmasını engelliyor, bazen de çıkması için yardım ediyordu. Bu sunumun sonunda, 6 aylık ile 12 aylık arasında değişen bebeklerin, “ezici” çoğunlukta iyi kuklayı tercih ettiği saptandı.
Şimdi ise yetişkinler üzerinde yapılan bir başka psikolojik araştırmadan bahsedelim:
Söz konusu araştırmada farklı kültür, din ve toplumsal yapıya sahip insanlara şu iki soru soruluyor:
Soru 1: Operatör bir doktor hastaneye girdiğinde, hemşirenin telaşla koşuştuğuna tanık olur; hemşire doktora sorunu şöyle anlatır: “doktor! ambulans biraz önce çok kritik durumdaki beş kişiyi getirdi;
İkisinin böbrekleri ciddi zarar görmüş vaziyette, birinin kalbi zedelenmiş, birinin akciğeri mahvolmuş, birinin karaciğeri yırtılmış. organ bağışı bulabilecek durumda değiliz ama sağlıklı genç bir adam kan bağışında bulunmak için geldi ve lobide oturuyor. Eğer bu adamın organlarını alırsak beş hastamızın hepsini kurtarabiliriz. Elbette ki bu genç adam ölecek ama beş hastayı kurtarmış olacağız.”
– Operatör doktorun bu genç adamın organlarını alması ahlaken meşru mudur?
Soru 2: Bir tren saatte 150 mil hızla ilerlemektedir. Birden treni süren makinist, kontrol panelindeki bir lambanın frenlerin patladığını haber verdiğini görür. Bu olay olduğunda makinist, trenin normal güzergahının üstündeki yolun üstünde beş kişinin arkaları dönük bir şekilde, trenden habersiz yürüdüklerini fark eder. Makinist tren yolunun birazdan ikiye ayrıldığını, yan yola sapıp çocukları ezmeyebileceğini, fakat yan yolda da bir kişinin arkası dönük bir şekilde, trenden habersiz yürüdüğünü fark eder.
Makinistin bir karar vermesi gerekmektedir: ya treni normal güzergahından saptırmayacaktır ve beş kişi ölecektir, ya da treni yan yola geçirecektir ve bir kişi ölecektir ama beş kişi kurtulmuş olacaktır.
– Makinistin treni yan yola geçirmesi ahlaken meşru mudur?
Marc Hauser, eğer birinci soruya “hayır”, ikinci soruya “evet” cevabını verdiyseniz; bu testin uygulandığı on binlerce kişinin büyük çoğunluğuyla aynı cevabı verdiğinizi söyler.
İşin şaşırtıcı kısmı araştırmada bulunan insanların, bu soruya çok hızlı bir şekilde-düşünme payı olmadan- ortak cevap vermeleridir. bunu Steven Pinker’ın dediği gibi yorumlayabiliriz: “İnsanların empatik ahlaki görüşlerini oluşturan içgüdüsel hisleri vardır ve bu ahlaki görüşlerini rasyonalize etmek için sonradan mücadele ederler.”
Tıpkı dil öğrenme yeteneği gibi: doğuştan beynimizde gramer çeşitlerinin tümünü çözebilecek bir zemin vardır; biz ise bunları sonra öğreniriz. ahlak da beynimizde doğuştan gelen bir zemine sahip!
Bu araştırmalar ışığında doğuştan ahlaki özelliklerimiz olmadığını söyleyen Sigmund Freud, Jean Piaget ve Lawrence Kohlberg gibi ünlü düşünürlerin yanıldıklarını bulmak heyecan verici oldu. Modern bilimde ve psikolojide yapılan araştırmaların, insanın özünü reddetme eğiliminde olan hakim görüşü bir bir yıkmasının da materyalizm aleyhine olduğunu kolayca söyleyebiliriz.
Not: Yazının ikinci kısmında “fıtrat delilleri” isimli kitaptan istifade edilmiştir.
Alıntı: Düşünen Müslüman