Bugün elimizde var olan hadîs metinleri en iyimser şartlarla Hz. Peygamber’den yaklaşık 100-120 sene sonra sözlü kültür içinde ağızdan ağza dolaşıp sonradan yazıya geçirilen anlatıların ürünüdür.
Diğer bir ifadeyle pek çoğu geriye dönük olarak oluşturulan hayali kurgulardan ibarettir ve muhtevalarını vahiy şekillendirmemiştir. Zira bunları rivayet edenler hafız olmadıkları gibi, Resulüllah’ın terbiyesiyle yetişenler de değildirler.
Tarihçi Zehebî, Hz. Ebû Bekir’in 500’e yakın hadisi yaktırdığını söyler. Hz. Ömer’in ise, yalancılığıyla meşhur olan Ebû Hureyre’ye hadis rivayet etmesini yasakladığı, yine hadis rivayet ettiği için İbn Mes’ud gibi sahabilere hapis cezası verildiğine dair rivayetler kaynaklarda mevcuttur.
Hiç kuşku yok ki, bu hassasiyet veya önlemin nedeni Resulüllah’ın sözlerine düşmanlık değildi. Aksine sözün bağlamından koparılıp veya kişisel menfaatler uğruna yanlışa yorumlanıp Allah Resulü’nün buna alet edilmesini engellemekti.
Şunu hatırlatalım ki, rivayetler (hadisler), ed-Din’i, geleneği, sîreti ve vahiyi anlamaya ışık tutacak veriler barındırabilir. Ama asla dinin kendisi değildir.
Nitekim kahir ekseriyetinin muhtevası vahye aykırı iddialar barındırmaktadır. Dolayısıyla ümmeti dinden edecek ve bataklığa sürükleyecek potansiyele de sahiptirler.
Rivayetlerin bu yönünü görmeden her önüne gelenin ahkam kesmesi veya “hoca” sıfatıyla tanımlanması demek, bugünlerde yaşadığımız sorun gibi paralel din tacirlerinin zuhur etmesine açılan en önemli kapıdır. Bu yüzden FETÖ’ye, yancılarına ve benzerlerine kimse kızmasın.
Şayet bizler insanımıza Allah’ın dinini, yani ed-Din’i anlatmaz ve rivayetleri Kur’an’ın aydınlık yolundan giderek anlamaya çalışmazsak, değil birkaç kuşak gelecek nesilleri de yine heba edip gideceğiz, ne yazık ki. Bu yüzden ümmetin yol haritasının merkezine aklı, bilimi ve vahyi koymak elzemdir.
Prof.Dr. İsrafil BALCI, 25.08.2016
Tamamı için: http://www.samsunhaberhatti.com/articledetail2.asp?id=505