‘Allah’ın gökte olduğuna inanan Ehl-i hadis Sünnîdir.
Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğuna inanan Mâtüridî ve Eş’arî kelamcılar da Sünnîdir.
“Namazda Kur’an’ın Arapçası okunmalı” diyen Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî fakihler Sünnîdir.
“Namazda Kur’an’ın Farsça veya diğer dillerdeki tercümesi okunabilir” diyen İmam Ebû Hanîfe ve Hanefî fakihler de Sünnîdir.
Vahdet-i vücûd fikrini savunan Molla Fenarî Sünnîdir. Bu fikri eleştiren Teftazânî de Sünnîdir.
“Kadından peygamber olmaz” diyen Mâtüridiyye Sünnîdir. “Kadından peygamber olur” diyen Eş’ârîyye de Sünnîdir.
Hz. Ömer’in müellefe-i kulûbla ilgili meşhur ictihadını, “İctihad yoluyla nesh” diye tanımlayan İmam Mâtüridî Sünnîdir. Bu konuda farklı düşünen sayısız Hanefî, Şâfiî, Mâlikî müfessir/fakih de Sünnîdir.
“İnsanlar fıkıh konusunda Ebû Hanife’nin çoluk çocuğu mesabesindedir” diyen İmam Şafiî Sünnîdir. “Ebû Hanife Hz. Muhammed’in dinini değiştiren, hadise hezeyan diyen, küfründen dolayı iki kez tövbeye davet edilen bir fitnecidir” diyen İbn Hibbân da Sünnîdir. Anlaşıldığı kadarıyla bugünkü sekter Ehl-i sünnetçiler İbn Hibbân’ın fikrî nesebine müntesiptir.
(…) Başka bir ifadeyle, din ve dinî metnin (nass) insan zihnine taalluk ettiği an itibariyle farklı şekillerde yorumlanması kaçınılmaz bir gerçektir.
Bu gerçekliğin tarihsel tecrübedeki karşılığı ise “mezhep”tir. Sorun mezhepte değil, faşizan mezhepçilikte, yani belli bir dönemdeki beşerî din yorumunun mutlak hakikatle özdeşleştirilmesindedir.
Bizatihi din ile belli bir mezhebî yorum arasında özdeşlik kurmak ve tek hakikatçi dille konuşmak ya katıksız cahilliğin ya da “Ben Sıffînsiz yapamam; tekfirsiz hiç duramam” demeye çalışan hastalıklı bir ruh halinin dışa vurumu olsa gerektir.”
Alıntı: Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün 07.05.2016 tarihli karar gazetesinde yayınlanan yazısı