Rumi; “insana yüklenen emanet, ona bağışlanan irade kabiliyeti, temyiz gücüdür” diyor. İnsana yüklenen emaneti nasıl anlamak gerekir?
Emanet özü itibariyle üflenen ruhtur: “Ve nafahtu fîhi min ruhî” ifadesinde biz bunu buluruz. Ben ruhumdan üfledim. Üflenen ruhtur. Üflenen ruhun içinde zaten üç cevher vardır. Biri irade, biri akıl, biri vicdan… Onun için bunlar o üflenen ruh ile verilmiş olan şeylerdir. Emanet de Allahu alem o olsa gerek. Hatta bu, sahabeden itibaren gelen yaklaşımdır; Rumi ile başlamış bir anlayış değildir. Doğrusu, iradenin de içinde bulunduğu insanı diğer canlılardan ayıran o hasletlerdir emanet.
Zira emanet ayetinde şöyle buyurulur “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onu yüklenmekten yüz çevirdiler, ondan çekindiler; nihayet onu insan yüklendi”.
Buradaki “onu o yüklendi” manasına gelen hameleha’daki fail insanın kendisi. Yani, insan o yükü yüklendi, o yük insana yükletilmedi. Bu çok önemli.
Allah emaneti veriyor. Yani karşıda bilinçli bir varlık olmalı ki yüklensin. Yüklenmeme yeteneğine sahip olmalı ki yüklendiği dile getirilsin. Özne olmayanın yani nesne olanın yüklenmesi de söz konusu olmaz. Dolayısıyla burada insan yüklenen… Yükletilen değil. O ayrı bir şey.
Ve ayetin bitişi daha ilginç. Ve maalesef tefsir tarihinde çok yanlış anlaşılan ayetlerden biri. “İnnehu kâne zalûmen cehûlâ” Âyetin bu son cümlesi, Hıristiyanlıktaki ilk günah anlayışına yakın bir biçimde anlaşılıyor. Buradan da, sanki Pavlus Hıristiyanlığını doğrular bir sonuç ortaya çıkıyor. Elbette öyle değil.
İnsan asla fıtraten çok zalim ve çok cahil bir varlık değil. Burada sır kâne yardımcı fiilinin keynûnet değil sayrûret manasında olduğu göz ardı edilirse sorun çıkar. Bu durumda mana şöyle olur: “Emaneti insan yüklendi, fakat insan emanete riayet etmediğinden, çok zalim ve çok cahil biri olup çıktı.”
Burada kastedilen “ekseru’n-nas” mı, yoksa soyut olarak sorumluluğa karşı sadakat sorunu mudur kastedilen?
Eyvallah… Esasında bu -Araf suresinin 172. ayetinde ifadesini bulan hakikattir: “Ve Rabbin Ademoğullarının sulbünden onların nesillerini çıkardığı her zaman, onları kendileri hakkında tanık kıldı:
Ben değil miyim sizin Rabbiniz!” Onlar da “Kesinlikle” dediler, “Buna biz şahidiz” Emanet ayetiyle bu ayeti yan yana getirdiğimizde, şu sonuç çıkıyor:
“İnsanoğlu hem Rabbinin “Ben değil miyim sizin Rabbiniz!” sorusuna canu gönülden “evet” diyor, hem de bu asli sözleşmeye aykırı hareket ediyor; işte o zaman da çok zalim ve çok cahil biri olup çıkıyor.
Matüridi’nin tefsirine göre akıl ve baliğ olan herkes emaneti yüklenmiş olur. O Eş’ari gibi A’raf 172’deki sözleşmenin “ruhlar aleminde” gerçekleştiğini düşünmüyor. Bizce de öyle. Bunu şöyle açıklayabiliriz: İnsana ruh üflenince, irade, akıl ve vicdan da verilmiş oluyor. İşte o akıl reşid olup da yetkinleşince, Rabbini tanımakla mükelleftir.
Eğer bu mükellefiyetini yerine getirmiyorsa, ayetin ifadesiyle söyleyelim: kendine zulmeden bir “zalûm” kendini bilmez bir “ceh”ul”dür.
Alıntı: Mustafa İslamoğlu Bilge Adamlar dergisi röportajı