Birlik ve Beraberliğe En çok İhtiyaç Duyduğumuz Şu Günlerde…
Duymayanımız yoktur aslında bir safsatadan ibaret olan bu cümleyi. Safsata olduğu için ne bir haklılık payı vardır ne de bir gerçekliği.
Gel gör ki her ne zaman gerçeklerden bahsedilecek olsa silah gibi dayanır insanların ensesine, kabak tadı veren yukarıdaki cümle. Gerçeklerin beklemesi gereken bir vakti ve sırasının olmadığı bilinse de…
“Sesini kes” demenin kelimelere bürünmüş en sinsi şekli olmuştur bu safsata. Hem de insanlık tarihi boyunca.
Siyaset meydanlarında, vaaz kürsülerinde, resmi törenlerde, basın toplantılarında, panellerde, çarşı-pazarda, hasılı her yerde.
Kim bir yanlışa dikkat çekse, bir sorunun çözümünden bahsetse, işte o an birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz an oluverir de gerçeklerden bahsedenler kınanır, niyetine girmiş ama henüz ağzını açmamışlara da susmaları gerektiği mesajı verilir. Çünkü şimdi gerçeklerden bahsetmenin hiç zamanı değildir!
Gerçekler her zaman birilerini rahatsız ettiği için bu safsatanın alıcısı eksik olmaz. Bu sebepten olsa gerek, “şimdi zamanı değil” anlamına gelen yukarıdaki safsatanın belki de insanlık tarihi boyunca en çok muhatabı olan kişiler nebi ve rasuller olmuştur. Çünkü onların duyurduğu gerçekler çok az kişiyi memnun etmiştir.
Menfaatlerini kaybetmek istemeyenler “şimdi sırası değil” cümlesini, işin içine duygusallık katabilmek için “birlik ve beraberlik” kelimeleriyle sıvarlar. Tüm toplumlarda birlik ve beraberliğe her zaman çok ihtiyaç olduğu için de geçeklere hiçbir zaman sıra gelmez.
Gerçeklerin beklemesi gereken ne bir sıra ne bir vakit vardır ama yine de “bunu hatırlatmanın tam zamanı” dediğimiz anlarda “şimdi bunun hiç zamanı değil” şeklindeki karşı koyuşlar yok mu! Mesela imsak vaktiyle ilgili sürdürülegelen yanlıştan bahsetmenin zamanı yılın her günüdür ama insanların dikkatini çekmek için uygun zaman budur deyip Ramazan ayında bu yanlışa dikkat çekildiğinde birileri çıkıp şimdi “hiç zamanı değil” demiyor mu! İşte aklın, izanın, vicdanın bazen hiçbir anlam ifade etmediğini o zaman anlıyorsunuz. Ümidinizin tükenip beklentilerinizin boşa çıktığı bu gibi zamanlarda Nebi ve rasullerin hislerine ortak olmanızdan başka hiçbir şey sizi teskin edemez herhalde.
Sürekli uyarmış olmasına rağmen kavminin Nuh’a cevabı muhtemelen “şimdi sırası değil” olmuştu ama yanlış yaptıklarını anladıklarında biraz ıslanmışlardı! Neyse ki kurulanacakları zaman hızla yaklaşmakta!
Putları yıktığında, tek ilahtan bahsettiğinde şimdi sırası değil diyenler de İbrahim’in karşısında buz kesen ateşin sıcaklığını yavaştan hissediyorlar mıdır bilemiyoruz ama yok saydıkları İbrahim’in adının kıyamete kadar yaşadığını duyduklarında neler hissedeceklerini tahmin edebiliyoruz.
Yaptıklarının ahlaksızlık olduğu gerçeği yüzlerine vurulduğunda Lut’u zamansız ve gereksiz konuşmakla suçlayanlar gerçeği anladıklarında taş kesilmişlerdi! Asıl gerçekle karşılaştıklarında hep taş olmayı tercih edecekler ama görevliler muhtemelen bu tür isteklerde bulunmanın zamanının ve yerinin orası olmadığını hatırlatacak onlara.
Şuayb’ı taşla tehdit edenler de muhtemelen “gerçeklerden bahsetmenin henüz zamanı değil” diyorlardı ama kulakları sağır eden çığlık isteseler de artık gerçekleri duyamaz hale getirdi onları. Ta ki duymak istedikleri en son kelimeyi, “canınız Cehenneme”yi duyacakları ana kadar…
Söylediklerinin doğru olduğunu bilmesine rağmen “birliğimizi bozuyorsun” diye Musa’ya hayatı zehir eden Firavun ve askerlerinin keyfini Kızıldeniz’in soğuk suları biraz kaçırmış olmalıydı. Hem bunlar için hem de denizin, tam zamanında yarılıp tam zamanında birleştiğini görmelerine rağmen Musa’nın tüm taleplerini zamansız bulan “seçkin topluluk” için mazeretlerin yersiz ve zamansız bulunacağı büyük gün yaklaşmakta!
Uyarıları zamansız buldukları için Son Nebi’yi Mekke’den çıkmaya zorlayan asil Mekkeliler! Uğruna ölmeyi göze aldığınız Mekke’yi zamansız kaybetmeniz onurlarınızı epey kırmış olmalı. İşin kötüsü şu ki, zamansız gelen aksilikler ötede de peşinizi bırakmayacak.
Birlik beraberlik güzeldir güzel olmasına da susmanın ve susturmanın gerekçesi olabilir mi? Hele de susturulan “gerçekler” ise… Birlik ve beraberlik gerekçesiyle susturmanın haklı bir yanı olsaydı insanlık tarihi boyunca nebi ve rasulleri susturmaya çalışanlar Kur’an’da kınanır mıydı?
Nebi ve rasuller de hep birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan zamanlarda gerçekleri hatırlatmamışlar mıydı?
Şirkin kabul edilemez olduğunu dillendirmenin, faizin haram olduğunu hatırlatmanın, adaleti ayakta tutma gereğinin şimdi tam zamanı olduğu hususunda ittifak eden bir toplum düşünülebilir mi?
Mekkeli müşriklerin “şimdi zamanı değil” dediği hususlar bunlar değil miydi? Oysa sırasını ve zamanını beklemesi gereken bir gerçek yoktur. Bir şey gerçekse sıra onundur, zamanı o andır.
Kur’ân’ın yirmi küsur yılda indiği gerçeğinden hareketle ilahi iradenin tedrici olarak tecelli ettiğini zanneden ve bu zanlarına dayanarak Kur’ân’ı okuma ve uygulamanın zamana yayılması gerektiğini dillendirenler şeriattaki devamlılık ve bütünlüğü göremeyenlerdir.
Kur’an hiçbir şeye sıfırdan başlamadığı gibi Kur’ân’ın hiçbir hükmü öncesinden bağımsız da değildi. Ya öncesini aynıyla devam ettiriyor ya da daha hayırlısıyla değiştiriyordu.
Faizle ilgili Kurâni hüküm gelmeden önce faiz helal değildi. Sarhoş edicilerle ilgili hüküm gelmeden önce de bu tür maddeleri kullanmak haramdı. Allah’ın tüm emir ve yasaklarına harfiyen riayet eden bir Yahudi, Hristiyan ya da bir Mekkelinin, Muhammed (s.a.v.) ile karşılaştıktan sonra hayatında köklü değişiklikler olduğu düşünülebilir mi?
Kur’ân bizi, Muhammed (a.s.) ile karşılaştığında, kendilerine tebliğ edilenleri tereddütsüz kabul eden ve biz zaten müslümanız diyenlerin varlığından haberdar etmektedir.
“Andolsun ki biz onlar için bu sözü birbirinin devamı kıldık. Belki tezekkür ederler. Kur’ân’dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. Onlara Kur’ân okunduğu zaman ‘O’na iman ettik. Çünkü o, Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de müslüman idik.’ derler. İşte onların karşılıkları, katlandıklarından ötürü iki kat olarak verilir. Onlar kötülüğü iyilikle karşılarlar. Kendilerine azık olarak verdiklerimizle de başkalarını doyururlar.” (Kasas 28/51-54)
Biz zaten müslümanız diyen ve Allah’ın da bu sebeple kendilerine iki kat ecir vereceğini bildirdiği bu kişilerin, düne kadar yerine getirdikleri tüm sorumluluklarından, Kur’ân’da herhangi bir hüküm bulunmadığı gerekçesiyle vazgeçtikleri ve bir “ara dönem” yaşadıkları düşünülebilir mi?
Şeriat tarihinde “şimdi sırası değil”e gerekçe olacak herhangi bir uygulama örneği bulamayız. Bu sebeple Kur’ân’ı okuma, anlama ve uygulama bağlamında nüzul sırasını takip etme türü tercihlerin de Kur’ânî bir gerekçesinden bahsedilemez. Tüm ayetleri anlama ve uygulama için en doğru zaman son nefesimizi vermeden geçirdiğimiz her saniyedir.
O halde şöyle söyleyebiliriz:
Nefes alıp vermeye devam ettiğimiz her an, gerçekleri duymaya en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardır. Çünkü ölüp tekrar dirildiğimizde de birileri bizlere gerçekleri hatırlatacak ama iş işten geçmiş olacaktır.
Fatih Orum, 06.12.2017 – http://www.fitrathaber.com/yazi/kabak-tadi-veren-bir-safsata