…varlığa daha dikkatli bir yoğunlaşmayla bakarsanız, hayatın kendini tekrar etmemesine paralel olarak, anlamanın da kendini tekrar etmemesi icap ediyor.
Kendini tekrar eden anlama, varoluş yürüyüşünün gerisinde kalır. Bu bir vakıa! Bu dinden de, felsefelerden de, şu topluma göre, bu topluma göre bakmaktan da tamamen bağımsız bir konu. Şimdi bu gerçeği örtecek her türlü din etiketli söylem, bizi gerçeğin dışına savurur.
Nitekim bizde bu hal, maalesef çökertici bir toplumsal hastalık olarak devam ediyor. Konuşulan meselelerin başlıklarına bakın: Selefîlik, Vahabîlik,
“Belli bir dönemin, bir toplumun” algıladığını iddia ettiğimiz sûfîlik, fıkıh, kelâm ve bunlar üzerine oturan sonu gelmez tartışmalarımız var.
Bunları değersiz bulduğumdan böyle söylemiyorum. Elbette bizim toplumumuzun belli bir birikimi ve o birikimin bize faydası var. O birikimden istifade etmeye devam edelim; ama yaptığımız tartışmalarda, “falan dönemin sûfîliği, falan dönemin fıkıh anlayışı” dediğimiz yaklaşımları genelleyip sabitlediğimiz takdirde, günün toplumunda ortaya çıkan birçok arayış, yöneliş ve ihtiyacı göremez hâle geliyoruz.
Gerçekle temâsı zayıflamış veya kopmuş, geçmiş zaman söylemleri, hikmet bile olsa, artık elimizden tutmuyor, edebiyata dönüyor..
Alıntı: Dr. Sait Başer, Yeni Birlik Gazetesi röportajı