Zorlukların yerini kolaylığın alması, yorgunluğun giderilmesi için en güzel yol, bir başka güzel işe geçip o faâliyetle dinlenmek ve Rabbe rağbet etmektir (bkz. 94/İnşirâh, 7-8). Müslüman açısından “boş kalmak, işlevsiz olmak” anlamında “tatil”, sığınak değil; şeytânî bir tuzaktır. Şuurlu bir mü’min, “din”lenmeden dinlenemeyeceğini bilir.
“Boş zaman” kavramı, aynen “tatil” gibi, modern çağın zihnimize ve oradan da tüm organlarımıza bulaştırdığı bir virüstür.
İslâm kültüründe “boş vakit” kavramına yer yoktur. Çünkü dinimiz, zamanlarımızı her anından hesaba çekileceğimiz bilinciyle hep dolu dolu geçirmemizi ister. Hayatımızın her dakikasını planlayan İslâm adlı bir disiplinden vazgeçmenin acılarını her alanda yaşıyoruz.
Düğünlerin, programların belirtilen saatte başladığı pek nâdirdir. Zamanında gelenler, uzunca boşa bekletilerek cezalandırılırken, program geciktirilerek gecikenler ödüllendirilir. Randevu saatlerine pek uyulmaz; beş-on dakikalık gecikmenin üzerinde bile durulmaz. Suçlu da bellidir zaten: Trafik ve yoğunluk. Günümüzde roller o kadar değişmiş ki…
Batılılar bütün zamanlarını planlarken Doğulu insanların vakitleri hep beklemekle geçer. Batılı bir üniversitede profesörün biri derste Doğu ile Batının farklarını uzun uzun anlatırken, öğrencinin biri soruyor:
“Hocam, dünya yuvarlak, kuzeyle güney arasında da bir çizgi yok. Neresi Batıdır, neresi Doğu? Sınır nereden başlar, nerede biter?”
Hoca, kısa bir müddet durup düşündükten sonra cevap veriyor:
“Doğuya doğru gidin; otogarlarda, istasyonlarda, hava meydanlarında, otobüs duraklarında insanların uzun müddet beklediğini gördüğünüz, kahvehane ve benzeri yerlerde saatlerce boş boş oturulup vakit öldürüldüğüne şahit olduğunuz yerler Doğudur” diyor.
Bu, kendini beğenmiş Batılının yanıldığını söylemek isterdik, ama günümüz gerçekliğine bakarak söyleyemiyoruz; inşallah yarın tam tersini ispatlayacağız; boş vakti hoş vakte çevirerek. Gelecek, zamanlarını programlı ve verimli kullananların olacak. Düzenli çalışan “az”lar, tembel “çok”lara galip gelecek.
Alıntı: Ahmed Kalkan’ın 2011 yılında yazdığı “Boş Vakit mi Dediniz? O da Ne ki!?” adlı makalesinden