Bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bir yıllık bir çalışmadan sonra hazırladığı Fetö Raporu yayınlandı. Raporun tanıtımını Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez yaptı. Görmez’in yaptığı konuşma adeta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bugüne kadar asıl işe yaraması gereken konuda işlevsiz kaldığının bir itirafı niteliğindeydi.
Ancak bu konuşmadaki ifadeler, ne yazık ki ülkemizde büyük kesim tarafından hala dini otorite kabul edilen bu kurumun artık hizaya geleceğini, başına düşen 15 Temmuz saksısıyla ayılıp artık daha uyanık olacağını düşünmemize sebep olmalı mı?
Mevcut durum gösteriyor ki; gerek Diyanet gerekse devletin diğer resmi kurumları, daha düne kadar ses çıkarmadıkları fetö terör örgütünün geçmişte oluşturduğu yanlış din algısını bertaraf etmeye çalışırken, tasavvuf denilen batıl dini görmezden gelmeye devam etmektedir. Fetö elebaşının kullandığı terminoloji ve söylemlerinin içeriği ile tasavvufun elebaşlarının sözleri birbirlerinden farklıymış gibi gösterilmektedir. Nitekim Görmez, fetönün Allah ile aldattığını dile getirdiği Ağustos 2016’da yaptığı bir konuşmada şunları söylemektedir:
“Bu yumuşak huylu görünen emre amade robotlar şebekesi milletimizi Allah ile peygamberi ve onun sahabesi ile aldatmıştır. Allah’ın ayetlerini, Resul-i Ekrem’in hadislerini, ulemanın hikmet ve irfan erlerinin bilgi mirasını, bu toprakların Mevlana, Yunus Emre başta olmak üzere bütün değerlerini kendi gizli emel ve gayeleri için araç olarak kullanmıştır.”[1]
Bu ifadelerden Görmez’in sahip çıktığı ve bu toprakların değeri olduğunu iddia ettiği Celaleddin ve Yunus Emre’nin söylemleri ile fetö elebaşının söylemlerinin birbirlerinden farklı hatta zıt söylemler oldukları anlaşılıyor. Ama gerçek öyle mi? Görmez geçtiğimiz günkü konuşmasında da fetö elebaşının şu ifadelerini dile getiriyor ve haklı olarak yeriyordu:
“Hâşâ Hz. Muhammed Aleyhisselam Meryem ile evlenmiş ve hâşâ Hz. İsa’nın babasıdır.”
O halde Sayın Görmez’in şiddetle reddetmekte haklı olduğu bu ifadelerin aşağıdaki satırlardan ne farkı olduğunu sormamız gerekir:
“Gene Ali’nin vergisidir ki Meryem’e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi…”[2]
Bu ifadeler Celaleddin’in Divan-ı Kebir’inde Na’t-ı Ali kasidesinde geçen ifadelerdir. Kısacası zikredilen isimlerin farklı olması ya da hayatta olup olmaması veya “irfan eri” kabul edilip edilmemesi ortaya bırakılan pisliğin kokusunu değiştirmiyor. Fetö elebaşı bundan 6 yıl önce ölseydi onun da bir irfan eri ve bu toprakların bir değeri sayılmayacağını söyleyebilecek biri var mı?
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun raporunu açıklarken yaptığı konuşmada Görmez, fetö elebaşının burçlara çıktığı, meleklerle görüştüğü ve onlardan kendisine nidâ geldiği iddialarını haklı olarak lanetliyor ve şiddetle eleştiriyor. Ancak bugün hâlâ devletin resmî kurumları tarafından sahip çıkılan batıl tasavvuf dininin elebaşlarından olan Celaleddin farklı şeyler mi söylüyor?
“Hakkın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır. Hakkın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrı’nın zatına yapışmış, o olmuştur. Hani duyduğun lahutun o gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o haktan, hakla görünmüştür. O hazinenin nakdi tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksut yüce Ali’dir. Hakkın hikmetini ondan başka kimse bilmez. Zira o hakimdir, herşeyin bilginidir. İbtidasız (başlangıçsız) evvel o idi, sonsuz ahir de o olur. Peygamberlere yardım eden o idi, velilerin gören gözü de hakikaten odur. Yüzünün nurlu parıltısı kendi ziyasından bir güneş yarattı. O hak iledir; hak ondan görünür. Hakka ki o hak ile ebedidir.”[3]
Ali (r.a)’ı hâşâ Allah ile bir tutan bu ifadelerin aynı tel’îni hak etmediğini söyleyebilir miyiz? Oysa bu ifadelerin geçtiği sözüm ona eserleri kaleme alan Celaleddin, bu toprakların bir değeri sayılıyor ve kendisine sahip çıkılıyor.
Aklı başında herkes, tüm bu yaşananların Allah’ın kitabından uzaklaşmanın doğal bir sonucu olduğunu görebilir.
O halde yapılması gereken bir an evvel Kur’an’a sarılmak, onu hayatımızın merkezine koyarak harfiyyen uymak olmalıdır. Ancak bu toprakların değerlerinden biri olduğu iddia edilen Yunus böyle düşünmediğini söylüyor:
“İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur. Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.”
(Türkçesi: İlim gerçek bir göz perdesidir, dünya ahiret hesabıdır.
Gerçek kitap aşk kitabıdır. Senin okuduğun bu sayfalar (Kur’an) da nedir?)[4]
Tasavvuftaki ve bugün hâlâ birer değer kabul edilen tasavvuf ehlinin eserlerindeki şirk ve küfrün tamamını yazmaya kalksak Mesnevi’nin de Divan-ı Kebir’in de Divan-ı Yunus Emre’nin de hacmini aşacaktır. Tasavvuf eserlerindeki güzel ve doğru ifadelerin varlığı onlardaki şirk ve küfrü asla mazur gösteremez. Nitekim sayın Görmez’in de konuşmasında değindiği gibi fetö elebaşı da doğrularla yanlışları harmanlayarak zihinleri bulandırmıştır. Yöntem aynıdır ve her zaman aynı olacaktır.
Gelinen noktada sıcak bir zehirli yemek, zehirli olduğu için değil, ağzı yaktığı için tükürülmüştür. Bu kafayla aynı yemeğin soğuk olanını afiyetle yutmak işten bile değildir.
Dolayısıyla Diyanetin tutumu son derece yanlıştır. Allah’ın dini Allah’ın kitabında olandır. Ona aykırı olan her söylem ve eylem kimden gelirse gelsin lanetlenmeli, dışlanmalıdır. Tasavvufun İslam olmadığı, aksine, insan ürünü batıl bir din olduğu, hatta İslam’a taban tabana zıt bir içeriğe sahip bulunduğu gerçeği artık cesurca dile getirilmelidir. Halkımız bu konuda uyarılmalı ve bilgilendirilmelidir. Aksi takdirde son harfi “ö” olan yapılar birbirini izleyecek, hepsinin tuzağı da birbiryle aynı olacaktır.
Erdem Uygan, 30.07.2017 – http://www.fitrathaber.com/yazi/sicak-zehiri-tukurmek
__________________________________________
[1] http://www.ahaber.com.tr/gundem/2016/08/03/mehmet-gormez-feto-milletimizi-allahla-aldatti
[2] Divan-ı Kebir’den Seçme Şiirler 1 Mevlana, Na’t-ı Ali Kasidesi s:4 – M.E.B Yayınları Şark İslam Klasikleri – İstanbul 1995
[3] a.g.e s: 3-4
[4] Dr. Mustafa Tatcı, Divan-ı Yunus Emre, s: 31, http://www.muzafferozak.com/PDF/Kitaplar/YunusEmreDivani.pdf