Kur’an’daki uluhiyyet inancı ile Hıristiyanlıktaki uluhiyyet inancı arasında fark vardır. Bu fark vasıf değil mahiyet farkıdır. Kur’an’ın vazettiği ulûhiyyet inancında Halık ve mahlûk, Yaratan ile yaratılan arasında mahiyet farkı vardır. Yaratan mutlak, yaratılan mukayyettir. Yaratan baki, yaratılan fanidir. Yaratan eşsiz ve benzersiz, yaratılan eşli ve benzerlidir. Yaratan mutlak tek, yaratılan çifttir. Yaratan mükemmel, yaratılan nakıstır. Yaratan ile yaratılan üç açıdan farklıdır:
1. Zat açısından Halık ile mahlûk farklıdır. Zira Allah zatında mutlaktır
2. Sıfat açısından Halık ile mahlûk farklıdır. Zira Allah sıfatında eşsiz ve benzersizdir.
3. Fiil açısından Halık ile mahlûk farklıdır. Zira Allah’ın Fiilinde ortağı yoktur.
Hıristiyanlıkta ise uluhiyyet inancı Yaratan ile yaratılan arasında geçişliliğe açıktır. Bir başka ifadeyle ‘lâhut’ ile ‘nâsut’ arasında mahiyet farkı yoktur. Zaten baba-oğul-kutsal ruh’tan oluşan üçleme (teslis) inancı, ancak böyle bir felsefi arka plan üzerine bina edilebilirdi.
Kur’an mahlûkatın başlangıcını kun (ol) emrine dayandırır: “O bir şeyi murad ettiği zaman, ona ol (kun) der.”
Bu ayetteki “ona” (lehu) ibaresinden, varlığın yaratılmazdan önce bir mayasının olduğuna ve Allah’ın varlığı o özden yarattığı sonucuna varanlar olmuştur. Fakat ayette kastedilen mana, “yoktan var etme” olsa gerektir. Ayetteki “o” zamiri, “Allah’ın irade ettiği şey”e döner. Dolayısıyla o var etmeden varlığın maya olarak O’nun var etmesinden bağımsız var olduğu söylenemez. Eğer varlığın var edildiği bir mayadan söz edilecekse, o ilâhî iradedir.
Ayetteki cümlenin devamı daha önemlidir: feyekûn (o da oluş sürecine girer). Bu bir muzari fiildir. Üç zamanı birlikte temsil eder: Geniş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman.
Yani: “Olur, olmaktadır, olacaktır.” Cümlenin başındaki iza zaman zarfı, muzari ile gelecek vurgusu katar. İza şartının cevabının il olarak gelmesi, eylemin ‘tekrarlanarak yenilendiğine’ (teceddüd) ve ‘sürekliliğine’ (istimrar) delalet eder. Bu, varlığın ilk başlangıcına dair Allah’tan başka kimsenin veremeyeceği bir haberdir.
O muazzam ‘an’a dair bu mucizevî ibarenin doğru anlamının “Ol der, o da oluş sürecine girer” olduğunu gösterir. Bu mucizevî bilgiyi “Ol dedi, oldu” şeklinde anlamak, metnin söylemediğini söylemektir. Çarpıtma kaynak düzeyinde başladığında, varıp durduğu yerde ne cinayetlere yol açacağını kestirmek bile mümkün olmaz. Mevcut durumda bu Kur’ani ifadenin hangi yanlış anlamalara mesnet yapıldığı görülünce, ayeti doğru okumanın önemi bir kez daha anlaşılacaktır.
Alıntı: Mustafa İslamoğlu, Kur’an’a Göre Esma-i Hüsna Sf. 385-386