Öz: Makale, dini kaynaklar ve kültür bağlamında cinlerin anlaşılması üzerine odaklanmaktadır. Bilindiği gibi cin Kur’ân ayetlerinde hayli söz konusu edilmektedir. Ancak tefsir kaynaklarında bunların nasıl varlıklar olduğu gerçeği tartışılmamaktadır. Hâlbuki mümin olan herkes için Allah tarafından gönderilen Kur’ân’ı anlamak hayati bir önem taşımaktadır. Kur’ân’a ait bir konuyu anlamak ise onun konu bütünlüğünü korumak ve ayetlerin ilişkili olduğu tarihi kesiti ve kültürel atmosferi göz ardı etmemeye bağlıdır. Bundan dolayı makalede yöntem olarak başta Kur’ân ve hadisler olmak üzere dini kaynakları ve ikinci olarak da Arap kültürünü esas aldık. Vardığımız sonuç şudur: Kur’ân cin ifadesini sıfat yönünü esas alarak kullanmıştır. Bundan dolayı Kur’ân’da cin ifadesi fiziksel varlığı olmakla birlikte duyularla teşhis edilmeyen ve kavrayış ötesi varlıklar olarak iki seçenekten birisine tekabül etmektedir. Ancak Kur’ân Hz. Süleyman’ın cinlerinde olduğu gibi zaman zaman Arap kültürünü esas alarak cin ifadesini yabancılar ve sanatkârlar (kâhin, müneccim ve hünerli ustalar) anlamında kullanmış olabilir.
Özet: Genellikle Kur’ân’ın varlıklar ve şahsiyetlerle ilgili sıfat-isim kullanması bizim cin ifadesini anlamamızda anahtar bir rol oynayabilir. Ancak Kur’ân’ı anlamaya çalışırken onun bütünlüğünü göz ardı etmeksizin ayetlerin ilişkili olduğu tarihi kesiti ve kültürel atmosferini de unutmamak, her olayın kendi bağlamında en iyi anlam kazanması açısından önemlidir. Konumuz olan cin, bir sıfat nitelemesi olup duyuların teşhis edemediği, ins de simetrik olarak teşhis edilebilen varlıkları ifade etmektedir. Bundan dolayı cin ifadesi tek bir varlığı değil, duyuların algılayamadığı birçok varlığı içermektedir.
Kur’ân’ın ifade tekniği ve hadisler analiz edildiğinde cinin bir kısmının bazen bakteri, mikrop, virüs gibi mikroorganizmaları, bir kısmının da ultrâ-viole, radyasyon gibi kızılötesi ışınları ifade ettiği söylenebilir.
Bazen kültürel kullanım esas alınarak -Hz. Süleymân’ın emrine verilen cinlerde olduğu gibi- yabancı ve sanatkârlar (kâhin, müneccim ve mahir ustalar), bazen de ordusunun bir parçasını oluşturan cinlerin de -Kur’ân’da zaman zaman ifade edildiği gibi- müminlerin ordusuna iştirak eden melekler olduğunu söylemek mümkündür.
Tarihî bilgi ve ayetlerin ait olduğu bağlamlar verdiğimiz bu anlamların bir kısmını destekler nitelikte olduğunu düşünüyoruz. Ancak cin denilince İslam literatüründe gaybî, -özellikle insanı yoldan çıkaran- varlıklar anlaşılmaktadır. Bunlar ise yer çekimine benzer, fizikî bünyeden yoksun manevî, olumsuz (habis) ruhlar olup halüsinasyonlara benzer tarzda misâlî formlar şeklinde zihin (bilinçaltı) dünyamızda müşahede edilebilen varlıklar olduğu söylenebilir.
Konunun Açılımı: İslam kültüründe büyük oranda cinlere, duyularla idrak edilmeyen ve insanlar gibi ilahî emirlere uymakla yükümlü ve aralarında Müslüman ve kâfirlerin olduğu gizli varlıklar şeklinde inanılmaktadır. Elbette bu inancın yerleşmesinde kaynaklarda yer alan bir takım hadisler ve Kur’ân ayetleri rol oynamıştır. Ancak hadislerin sıhhati ve Kur’ân ayetlerinin kültürel dili kullanması göz önüne alındığında cinden kastedilen duyuların algılayamadığı olgular ve gaybî varlıklardır. Ancak bununla beraber zaman zaman cin ifadesiyle yabancı insanların, sanatkârların, müneccimlerin ve kâhinlerin de kastedildiği söylenebilir.
Bu araştırmamızda vardığımız sonuç şudur: Kur’ân cin ifadesini sıfat yönünü esas alarak kullanmıştır. Bundan dolayı Kur’ân’da cin ifadesi fiziksel varlığı olmakla birlikte duyularla teşhis edilmeyen ve kavrayış ötesi varlıklar ve olgular olarak iki seçenekten birisine tekabül etmektedir. Nitekim buna referans olabilecek bazı hadisleri gösterebilmek mümkündür. Bu kullanıma bağlı olarak gözlerin teşhis edemediği bakteri, mikrop, virüs vb. görünmeyen mikroorganizmalar ile insan bedenine giren ve tahribatlara neden olan kozmik ışınların da bu nitelemenin altına girebileceğini düşünüyoruz.
“Biz en yakın göğü yıldızlarla süsledik ve onu itaatten çıkan her türlü şeytandan koruduk”(es-Sâffat 37/6) ifadesi şeytanların sadece insanlarla ilgili olmayan, evrensel karakterli varlıklar olduğu anlaşılmaktadır.
“Cinne gelince onu da (insandan) daha önce, (vücudun gözeneklerine) nüfuz eden semûm (zehirleyici) ateşten yarattık”(el-Hicr 15/27), “(Allah) cinni de mâric (karışık, karıştırıcı) ateşten yarattı”(er-Rahmân 55/15) gibi ayetler radyasyon gibi zararlı ışınların da cin olarak nitelenebileceği anlaşılmaktadır.
Çünkü Semûm’un, Sümm (zehir) kökünden mübalağa olması Mâric’in ise iç içe girmiş, karışık, karıştıran ateş olmasına bağlı olarak radyasyon gibi canlıların DNA’sında tahribata yol açan ışınların da cin kategorisine girdiği söylenebilir. Cinlerin gayb haberlerini getirmesi de bir yönüyle bu tarz ışınların veya ışınımsı varlıkların göğün derinliği ve uzayın oluşumu hakkında birtakım bilgi barındırması olarak veya buna benzer bir etkileşim şeklinde izah edilebilir. Özellikle radyo ve televizyon yayınlarının dalgalar halinde çevremizde hareket etmesine ve onları çıplak gözle görmemize rağmen cihazların bu ışın ve dalgalarındaki ses ve görüntüyü alıp cihazlara yansıtabildiğine şahit olduğumuz bir asırda böylesine bir yorumu garip olarak kabul etmemek lazımdır diye düşünüyoruz.
Ancak Kur’ân’ın Hz. Süleyman’ın cinlerinde olduğu gibi zaman zaman kültürü esas alarak cin ifadesini yabancılar ve sanatkârlar (kâhin, müneccim ve hünerli ustalar) anlamında da kullandığı söylenebilir. Bütün bu anlamların ortak paydası da C-N-N kökünün ifade ettiği gizlilik, tanınmamışlık, meslekî ustalık ve garabettir. Bunun da cinlere tapınılan, her yerde onlara gizemli kahredici kuvvet verilen Kur’ân’ın indiği tarihi bağlama ve dile getirdiği olayların vuku bulduğu atmosfere uygun bir kültürel niteleme olduğu söylenebilir. Ama her hâlükârda İslam kültüründe cin denilince genellikle kişiyi yoldan çıkaran, iradesini zaafa uğratan irade sahibi manevî varlıklar kastedilir. Bunlar da iki şekilde yorumlanabilir. Birisi, şeytanda olduğu gibi cin bir sıfat kullanım olup mecazî olarak zararda mutat sınırı aşan, maddî ve manevî olarak insan saygınlığını tanımayan, insanın boyunduruk altına alamadığı, insana zarar vermeye programlanmış olan varlıkları veya doğayı (yani şeytanî tabiatı) ifade edebilir. Buna göre şeytan olumsuz dürtüler ve onların insan üzerindeki olumsuz tesirleridir; şeytanla konuşma da bir temsilî anlatımdır.
İkincisi de Kur’ân’da “İblis ‘Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’ dedi” (Sâd 38/76) şeklinde bir farkındalık duygusunun verilmesi bunların fiziki cüsseleri olmamakla birlikte ayrı bir varlık kategorisi, ara form varlıklar olduğudur. Özellikle mutasavvıfların bunların, manevî boyutumuzla ilintili olan, olumsuz etkilerinin kişi üzerinde baskın çıktığı ve beynin hiss-i müşterek denilen yerinde temessül edip görünebilen varlıklar olarak kabul etmeleri kayda değerdir. Buna göre psikanalistlerin halüsinasyon olarak niteledikleri hayali varlıkların aslında bir kısmının bunlara tekabül ettiğini söylemek mümkündür. Bunların insanla iletişimlerinin fıtrat bazında olduğunu, beyin dilinin elektrik olduğunu göz önüne aldığımızda duyuların algılayamadığı ışın kabilinden mütecanis bir iletişim olduğunu söylemek mümkündür.
Kur’ân’da metafizik kullanımının haricinde en yaygın şekliyle cin kelimesi yabancı kişiler anlamında kullanılması mümkündür.
Yabancıda bilinmezlik, tanınmamışlık söz konusu olduğundan bir boyutuyla bunlar cin ifadesinin anlam alanına girmektedir. Bundan dolayı cinlere peygamber gönderildiğini ifade eden ayetlerden maksat Araplarca bilinmeyen kavimlere gönderilen elçiler olabilir. Kur’ân’ın tahaddi ayetlerinde cin tabirinin cenin (gelecek nesiller) anlamında kullanıldığı ve bununla Kur’ân’ın bütün insanlığa meydan okuduğu söylenebilir.
Hz. Süleyman örneğinde olduğu gibi Kur’ân, bazen cin ifadesini kültürel anlam itibarıyla nadir ve mutat ötesi hüner ortaya koymuş olan sanatkârlar için kullanılabilir. Bunlar da kâhin ve müneccimler ile hünerli ustalardır. Kâhin ve müneccimler gaybdan haber aldıklarını ve bu bağlamda peygamberlerle yarıştıkları için, hünerli ustalar da bedevî hayat yaşayan peygamberlerin toplumlarında yabancı ülkelerden getirilen, hesap ve sanat bilen ve yaptıkları işlerle akılları hayrette bırakanlar için cin tabirinin kullanıldığı söylenebilir. Bu tarz kullanım cin ifadesinin çok yaygın bir şekilde kullanıldığı nüzûl ortamının kültür diliyle, bu kültürün mensuplarıyla bir nevi bilinçaltı dille konuşmaktadır.
Prof. Dr. Hayati AYDIN – Tamamını okumak için: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/368388