İnsanla birlikte yeryüzünü paylaşan diğer tüm varlıklar, hayatı inşa eden değil hayata maruz kalan varlıklardır. Bu nedenledir ki, hayat insansız da devam ettiği halde, tarih insan olmadan oluşmamaktadır. Zira insan dışındaki varlıklar tarih yapamazlar, onlar zamana müdahil değildirler.
Zaman insan eliyle tarihe dönüşür ve tarihi insan yapar. Çünkü insan, anlayabilen ve anlamlandırabilen, inşa eden ve inşa edilen bir öznedir…
İnsan, ünsiyet kutbunu değil de nisyan kutbunu tercih ederse, kendisiyle tanışamaz. Kendisiyle tanışamayan, varoluş amacını gerçekleştiremez ve gitgide kendisini unutur. Kendisini unutan, öz varlığına karşı yabancılaşır ve ben idrakini yitirir. Bu yitiriş onu kendisiyle kavgalı hale getirir.
Velhasıl kendisiyle tanışık ve barışık olmayan Allah’la, çevre ile ve diğer insanlarla barışık ve tanışık olamaz. Her şeyi unutur ve Allah tarafından unutulmaya mahkûm edilir.
Allah’ın insanı unutması… İşte asıl felaket budur ve bu en büyük mahrumiyet anlamına gelir.
Sınırlarını bilen insan olur, sınırlarını unutan nisyan olur.Rolünü bilen ve onu gücü nispetinde oynayan insan olur, rolünü kaybeden ya da başkalarının rolünü çalan nisyan olur.
İnsan olanlar kendi şimdi ve buradalarında özne olurlar, nisyan olanlar kendi şimdi ve buradalarında nesne olurlar. İnsan olanlar her yerde ve her zaman çözümün parçası olurlar ve yük alırlar, nisyan olanlar her yerde ve her zaman sorunun parçası olurlar ve yük olurlar.
İnsan olanlar güvenirler ve güvenilirler, nisyan olanlar ne güvenirler ne de güvenilirler.
İnsan olanlar Allah’a teslim oldukları için insan ve eşya karşısında hür olurlar, nisyan olanlar öz benliklerine teslim oldukları için insan ve eşyaya kul-köle olurlar.
Din insanlar için bir mutluluk projesidir, nisyanlar için ise…
Vahiy insanlar için bir yol haritası, bir rehber ve burhandır; nisyanlar içinse bir hüsrandır.
Allah insanları muhatap alır onlara tenezzül buyurur; nisyanları, yani benliğini ve Rabbini unutanları unutur ve unutulmaya mahkûm eder.
Alıntı: Mustafa İslamoğlu, Hayatın Yeniden İnşası İçin Sf. 146-147