Aslında bir arınma, nefsi dizginleyerek terbiye etme, az yiyip az içme, “az tüketme”, ibadet, dua, iyilik, hayır hasenat ve salih amel yoğunluklu bir zaman ve mekân tasavvurundan uzaklaşan Ramazanlarımız giderek “lüks tüketim” ve “aşırı tüketim” ayı haline gelmiş durumdadır.
Normalde Ramazan ayı, oruç tecrübesinin gereği olarak daha az yiyip içilen bir ay olması gerekirken, bu sebeple de tüketimin diğer aylara nazaran daha da düşmesi beklenirken, son yıllarda bu ay gelince yaşanan “tüketim patlaması” aslında ortada ters giden bir şeyler olduğunu açıkça göstermiyor mu? Yine nefis terbiyesi olmaktan çıkıp, tıka basa yemeklerin yendiği bir “hazımsızlık ayı” haline gelmesi de bir şeylerin ters gittiğinin göstergesi değil mi?
Hele hele ultra lüks otellerde, tesislerde, lokantalarda ve diğer mekanlarda, Ramazan’ın ruhaniyetine uymayan dekolte kıyafetli hizmetlilerin sunduğu iftar sofraları İslam’ın Ramazanından başka bir Ramazan ile karşı karşıya bulunduğumuz anlamına gelmiyor mu?
Yıl boyu İslam konusundaki tavırları belli medyanın ve firmaların, Ramazan gelince bir anda dindar kesilmeleri ve Ramazanı kullanarak Müslümanları habire tüketmeye teşvik etmeleri karşısında hala uyanmayacak mıyız?
Hele, emperyalizmin, sömürünün ve kapitalizmin sembolü haline gelmiş markalarla süslenen sofra görüntülerine ezan sesinin eşlik ettiği reklamların uçuştuğu, bu reklamların sadece laik(!) kanallarda değil, İslami(!?) kanallarda da her gün onlarca defa boy gösterdiği bir atmosferde geçirilen bir Ramazan’ın İslam’a mı kapitalizmin tüketim toplumuna mı hizmet ettiği ciddi olarak tartışılması gereken bir gelişmedir.
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu – Tamamı: http://www.hayrikirbasoglu.net/?p=427