Özellikle Kandil gecelerinde ağdalı dualarıyla tanınan duahanlarımız,
“Ya Rabbe’l-Âlemîn! Filistin sorununu hallet; Siyonistleri helak et; DAEŞ’i Suriye’den def et!”
demekle aynı kapıya çıkan niyazlarda bulunurlar. Bu tür niyazları dinlediğimde hem duahan hem de sorgusuz sualsiz âmin diyen cemaat için, “Filistin sorunundan Suriye meselesine kadar her işi bizzat Allah deruhte edecekse, o zaman siz ne yapar, hangi işe yararsınız?” diye düşünmekten kendimi alamamışımdır.
Bu tür bir Allah ve dua anlayışında ciddi sakatlıklar bulunduğu kuşkusuzdur. Denebilir ki “Ama Kur’an’da da,
‘Rabbimiz! Ehl-i küfre karşı bize yardım et; bize sabır ve metanet bahşet; ayaklarımızı sabitkadem kıl’ mealinde niyaz ifadeleri mevcuttur. Kuşkusuz doğrudur; ama bu niyazlar düşmana karşı gerekli tedbirleri kuşanan müminlerin dilinden aktarılmıştır.
Oysa bizim dua formlarımızın çoğu, kılımızı kıpırdatmaksızın hemen her türlü meseleyi doğrudan doğruya Allah’a havale-ihale tarzındadır. Dahası pek çok klişe duamız,
“O güçlü kudretli halk Arz-ı Mev’ûd’da bulunduğu sürece biz oraya adım atmayız. Sen ve rabbin, gidin onlara karşı savaşın. Biz şuradan şuraya bir adım bile atmayız”
diyerek Hz. Musa’ya isyan eden İsrâiloğulları’nın Arz-ı Mev’ûd’u Rab Yehova’nın fethetmesini istemesinden farksızdır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk, 24.09.2016