Toplumun önemli bir kısmının din ve bilim arasında bir çatışma olduğunu ya da din ve bilimin tamamen ayrı alanlar olduğunu düşündüğüne tanıklık ediyoruz. Halk arasından akademik çevrelere kadar geniş bir kesimde bu yanlış algının örnekleri görülebilir. Muhtemelen bu yanlış algı hem dini hem de bilimi yeterince bilmememizden ya da gerektiği gibi üzerlerine düşünmememizden kaynaklanıyor.
Din-bilim ilişkisinden bahsederken “Hangi din?” ve “Hangi bilim?” sorusu son derece önemlidir. Çünkü yanlış din ve yanlış bilim algısından hareketle doğru bir din-bilim ilişkisi kurmak mümkün değildir. Din yani vahiy denilince pek çok insanın aklına daha çok ibadetlere ve ahlaki görevlere yönelik şeyler gelmektedir. Şüphesiz bunlar da son derece önemli ve gereklidir. Üstelik din olmadan bunların bilinmesi mümkün değildir. Ancak dinin aynı zamanda Allah’ın varlığı, Evren’in ve yaşamın yaratılışı, insanın en temel varoluşsal sorularına ve çığlıklarına cevap verişi ve onu her fırsatta gerek Evren gerekse tüm yaratılmışlar üzerine düşünmeye sevk etmesi gibi bir yönü de vardır.
Din denildiğinde daha çok namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerin anlaşılması ve evren ayetlerinin göz ardı edilmesinin en öncelikli sebebi, Kuran’ın hayatımızdaki yerinin vahyediliş amacına uygun olmaması ve genellikle anlaşılmak üzere okunmadığı için de ayetleri üzerine gerektiği gibi düşünülmemesidir.
Bilim ile ilgili yanlış kabullerimiz olduğu da bir gerçektir. Bu yanlış kabullerin başında bilimi dinin alternatifi olarak görmek gelir. Öncelikle bilimin ne olduğunu ana hatları ile ifade etmekte fayda vardır. Bilim, yaşadığımız Evren ile ilgili gerçekleri, deneysel verileri sistematik bir biçimde inceleyerek bulmayı amaçlayan disiplindir. Bu ise iki temel varsayımı içerir:
- Dış bir gerçeklik vardır.
- Deneysel metotlar dış dünya hakkında bilgi sağlayabilir.
Evren’in ve yaşamımızın gerçek olması, bilim yapabilmek için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. İçinde bulunduğumuz âlem, sanal değil gerçektir. Ancak belirli yasalara tabi bir şekilde işleyen, kendi içinde uyumlu ve tutarlı bir evren’de bilim yapmak mümkün hale gelebilir. Örneğin Budizm gibi çeşitli inanç sistemlerinde her şey bir illüzyon yani yanılsamadan ibarettir. Yaşadığımızı sandığımız şeyler aslında uykumuzda gördüğümüz rüyalarda olduğu gibi hayal ürünü şeylerdir. Dış dünya gerçek olmadığı için gerçek olmayan bir şeye güvenmek söz konusu değildir. Güvenilmeyen bir şey üzerinden bilim yapmak da mümkün değildir.
Oysa teist inanç sisteminde dış dünya tam anlamıyla bir gerçekliktir. Allah Evren’i gerçek olarak var etmiş ve birtakım yasalara tabi kılmıştır. Hem bu yasaların işleyişini hem de Evren’deki fenomenleri anlamaya çalışmak bir anlamda Allah’ın sanatına tanıklık etmek demektir. Bu yüzden neredeyse bütün büyük bilimsel devrimler teist inanç sistemine bağlı düşünürler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Öte taraftan deneysel metotların dış dünya hakkında bilgi sağlaması da bilim yapabilmek için son derece önemli bir gerekliliktir. Evrenimiz ve yasalar ile ilgili gözlem ve deneye dayalı bir bilgi edindiğimizde her seferinde bunu sınama ihtiyacı hissetmeyiz. Örneğin yerçekimi yasasına tabi olduğumuzu bildiğimiz için yüksek bir yerden atladığımızda aşağıya düşeceğimizi biliriz. Bunu bildiğimiz için de eylemlerimizi Evren’deki yasalara uygun şekilde gerçekleştirmeye çalışırız.
Yine doğa yasalarının evrensel oluşu, bilim yapabilmek için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Natüralist-ateist evren anlayışı açısından devamlı hareket halinde olan bir Evren’de mekân ve zamanda değişmeyen yasalar beklemek için hiçbir sebep gözükmemektedir. Fizikçi Paul Davies bu durumu şu şekilde özetlemektedir:
“Bilim insanı olmak için Evren’in güvenilir, değişmez, mutlak, evrensel, kökeni belirsiz matematiksel yasalar tarafından yönetildiğine inanman gerekir. Bu yasaların geçersiz olmayacağına, yarın uyandığın zaman ısının soğuktan sıcağa aktığı gibi bir duruma rastlamayacağına ya da ışık hızının saat başı değişmeyeceğine inanman gerekir. Yıllar boyunca sık sık fizikçi meslektaşlarıma neden fizik yasaları oldukları gibidir diye sorarım… En sık verilen cevap şöyledir: Oldukları gibi olmaları için hiçbir gerekçe yoktur, onlar (yasalar) sadece varlar.”
Evren’in mükemmel bir yaratıcısı ve tasarlayıcısı olduğunu söyleyen teizm açısından doğa yasalarının evrensel olması kaçınılmaz olarak beklenen bir durumdur. Teist bakış açısında Evren mükemmel bir yaratıcı olan Allah tarafından yaratılmıştır ve yine O’nun tarafından muhafaza edilmektedir. Allah mükemmel olduğu için doğasında bir değişim söz konusu değildir. Dolayısı ile doğası değişmeyen Allah tarafından tasarlanmış ve muhafaza edilen yasaların zaman ve mekânda değişmez olmasının son derece mantıklı bir temeli vardır.
Kaynak: Emre Dorman, Allah’ın Parmak İzi, sayfa 13-16
Kitabın tamamını okumak için: http://www.emredorman.com/wp-content/uploads/2016/06/Allah%C4%B1n-Parmak-I%CC%87zi-Emre-Dorman-1.pdf